Tarih boyunca Trabzon’a seyahat eden gezginlerin ilk dikkatini çeken husus, şehrin doğal güzelliğidir. Bilhassa şehre deniz yoluyla gelenler, Yoroz’u geçtikten sonra Trabzon’un dış görünüşünü adeta cennetten bir köşeye benzetmişlerdir.

Fakat aynı gezginler limandan çıkıp, şehrin içine girdiklerinde ise tam bir hayal kırıklığı ile karşılaşmışlardır. Zira yolları dar ve düzensiz bir durumda olan Trabzon’un bu vaziyeti gelenleri de hayretler içinde bırakmıştır.

Trabzon’un kuruluş şeklini eleştiren seyyahlar Trabzon’u “denize küs şehir” olarak nitelendirmişlerdir. Gerçekten de Trabzon’un o günlerdeki durumuna bakıldığında denize paralel bir yapılaşmanın takip edildiği görülmektedir. Bu durum sonucunda deniz etkisi şehrin içine giremiyordu.

Bilhassa yazları artan nem ve sıcağın da etkisiyle “kerbelaya” dönen Trabzon’da halk, sık sık yüksek kesimlere yani yaylalara sığınmak zorunda kalıyordu.

Trabzon’un bu kaotik durumu Reşadiye Caddesi’nin açılması ile bir nebze azalsa da 20’nci yüzyılın başına kadar devam etmiş ve nihayet 1924 yılında Gazi Mustafa Kemal’in Trabzon ziyaretleri sırasında kenti denizle barıştırmak için Gazi Caddesi’nin temelleri yine Gazi Paşa tarafından atılmıştır.

Trabzon’un bilhassa Birinci Dünya Savaşı ve Rus işgali sırasında yaşadığı yıkımı telafi etmek isteyen dönemin idarecileri, şehri yeniden imar etmek için düğmeye basmışlar ve bu kapsamda 1937 yılında Fransız şehircilik uzmanı Lambert, Trabzon’a getirilmiştir.

Hazırladığı imar planı itirazlara rağmen Trabzon Belediyesi tarafından kabul edilse de zamanla bu planın uygulanamayacağı anlaşılmıştır. Dönemin Belediye Başkanı Kadri Mesut Bey’e göre “belediyenin mâli kudreti Lambert Planını 50 yıl zarfında bile tahakkuk ettirmeye müsait değildi”.

Zira geniş yollar, uzun caddelerle dolu olan plan, maliyeti dikkate alınarak rafa kaldırılmış, Trabzon’da imar işleri tekrar düzensiz ve plansız şekilde yapılmaya devam etmiştir.

Bu düzensizlik içinde eskiye ait olan eserler de özensizce ortadan kaldırılmıştır. İlk olarak Hatuniyye Medresesi etrafındaki yapılar yıkılmıştır. Eski Valilerden Kadri Paşa’nın türbesi de bu yıkımdan nasibini almıştır. 1944’de ise meşhur Metropolitan Kilisesi ve saat kulesi de belediye tarafından açılan ihale sonucunda dozerlerle ortadan kaldırılmıştır.

1958’e gelindiğinde ise halk arasında opera binası olarak bilinen Sümer Sineması, yol açma ve genişletme bahanesi ile yıkılmıştır. Söz konusu yıkımlar, bir plana ve programa göre değil tamamen keyfi nedenlerle yapılmaya devam etmiştir.

1960’lara gelindiğinde ise Trabzon yeni bir sorunla karşılaşmıştır: Gecekondulaşma. Zira bu tarihlerde yaşanan hızlı büyüme ve nüfus artışı sonucunda şehirde irili ufaklı kaçak evlerin yapılmaya başlandığı görülmüştür.

Trabzon’un dokusu korunarak imar edilmesi hususunda yaşanan bir diğer zorluk ise sahil ve tanjant yollarının yapılmasıdır. Sahil yolu, şehrin denizle olan bağlantısını azaltırken, tanjant yolunun vurulması sırasında Trabzon’un simgesi olan birçok eser ortadan kaldırılmıştır.

Nihayet Trabzon’a son darbe 2000’li yılların başında Boztepe’de başlayan inşaat çılgınlığı ile vurulmuştur. Doğal güzelliği ile gelenleri büyüleyen Boztepe’de başlayan düzensiz yapılaşma maalesef şehrin geleceği için en önemli sorunlardan birini teşkil etmiştir.

Netice itibarıyla son 100 yıl içinde Trabzon, alınan yanlış kararlar ve düzensiz yapılaşmalar neticesinde tarihi görüntüsünü ve kimliğini kaybetmiştir.