Uygarlık hepimizin bildiği gibi, insanlığın çalışarak ortaya koyduğu eserlerin bütünüdür. Kültür ise, bir toplumun tarih boyunca ortaya çıkardığı değerlerin tümüdür. Bir toplumun kuşaktan kuşağa aktardığı kültürü içersinde yer alan maddi ve manevi değerlerin tümü başta millet olma bilincini oluşturur. Kültür ve millet olma bilinci aynı çatı altında değerlendirildiğinde, bir toplumun medeniyet oluşturabilmesi için en önemli gerekliliklerin başında dil gelir.

Dil, bir milleti ayakta tutan, nesilden nesile aktarılan, insanlar arası iletişimi sağlayan bir araçtır. Dil kültürün en büyük denetçisi olup zamanla değişen bir yapıya sahiptir. Dilin nesiller arasında değişiklik göstermesi kültür çatışmasına neden olur. Kültürde oluşan çatışmalar ise medeniyet olma bilincini doğrudan etkiler. Burada kültürün değişimi doğal karşılanmalıdır. Ancak bu doğallık milli unsurlarla beslendikçe mümkündür. Milli unsurlarla beslenmeyip, zamanla yabancı kültürlerin etkisinde kalan kültür; zamanla yozlaşır. Kültürdeki ve dildeki bu doğal değişim, dilin sadeleştirilmesi ve yabancı kelimelerin etkisinden kurtarılması ile mümkündür.

Dilin değişimi, her ne kadar doğal görünse de neslin zamanla değişmesine neden olur. Nesiller arasında görülen bu farklılık ancak edebiyat ile giderilir. Edebi türler nesiller arasında meydana gelen kültür farklılığının asgari en aza indirilmesini sağlar. Bu da edebiyata verilen önemle eşdeğerdir. Tarih boyunca toplumlar içerisinde yer alan bazı insanlar -yazar ve şairler- bıraktıkları eserlerle insanlığa öncülük etmişler, onların duygularını tercüme etme yoluna gitmişlerdir. En başta göze ve kulağa hitap eden sanatsal faaliyetler, insanları; toplumdaki aksaklıkları, milli değerleri, toplumsal yaşayışı ve insanın iç dünyasını; kendi kişisel dünyalarında yoğurup değişik sanatsal türlerde aktarma yoluna gitmesini sağlamıştır. Edebiyat bu bağlamda onlara öncülük etmiş onlara bir yol gösterici olmuştur.

Edebiyat, toplumu ayakta tutan değerlerdendir. Milli dil ile beslenen edebiyat kültürün temel taşını oluşturur. Edebiyattan yoksun olan bir toplum düşünülemez. Çünkü; insan doğası gereği toplum olma eğilimindedir. Toplu halde yaşamanın gerekliliklerinden olan birlikte olma eğilimi, insanı edebiyata itmiştir. İnsan edebiyat ve çeşitli sanat faaliyetleri ile dış dünyada yer alan değerleri iç dünyasında yoğurarak bir eser ortaya çıkarır. Ortaya konan eser ne kadar milli değer taşırsa o kadar topluma faydalı olacaktır. Toplumdan uzak kalan edebiyat, eski ile yeni arasındaki köprüyü kurmakta zorlanacak ve belirli bir kesime hitap eden süslemeli bir sanat dalı olarak karşımıza çıkacaktır. Eskinin ve yeninin gelecek kuşaklara aktarılmasına öncülük eden edebiyat türleri, geçmişten beslenerek geleceğe ışık tutmalıdır. Başta toplumsal değerlerin işlendiği edebiyat, kültürel çatışmayı ortadan kaldırmalıdır. Milli kültürün nesilden nesile aktarılmasını sağlamalıdır.

Aşk İki Kişiliktir

Değişir yönü rüzgarın
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk, iki kişiliktir.
Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden
Binlerce yıl uzaktadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına.
Aşk, iki kişiliktir
Avutmaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına.
Aşk, iki kişiliktir.
Yitik bir ezgisin sadece
Tüketilmiş ve düşmüş gözden;
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını,
Severken hiç bir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk, iki kişiliktir… Ataol Behramoğlu

Ansızın

Seni kaybettiğim o günden beri
İçimi dağlıyor hasretin, sızın
Kah gönderiyorsun yalnızlığını
Kah karşıma çıkıyor ansızın
Herhangi bir gecede, dumanlı bir köşeden
Bazen ayın ondördü kadar şehla ve güzel
Bazen bir ejder gibi, bakışları bir kızın
Izdırab şarabıyla ruhumu sarhoş eden
Kil renkli gözlerini buluyorum ansızın
Herhangi bir zamanda muamma bir şarkının
Dalgın nağmelerinde duyuyorum seni
Ağlayan kirpikleri bazen kumral ve kısa
Uçurtmalar taşıyor göklere nefesini
Bazen karanlıkları örtecek kadar uzun
Alevli saçlarında dağılıyor gül ve gün
Kalbimden bir karanfil koparıyor sonsuzun
Savaşta yenik düşen gemiler kadar üzgün
Herhangi bir denizin efsunuyle yeniden
Her şey sanki yeniden başlayacak derinde
Sönerken mutluluğun nazenin kandilleri
Yaralı bir güvercin görürüm ellerinde
Hayalinde bulurum solgun karanfilleri… Nurullah Genç

Bugün 17 Yaşındayım

Bugün 17 yaşındayım
Ellerim yorgun
Hayattan bunaldım
Yaşam tarzım çok durgun..
 
Bugün 17 yaşındayım
Saçlarım dökülüyor
Giderdim olmasaydı ağlayanım
Gözlerimden yaşlar süzülüyor..
 
Bugün 17 yaşındayım
Sevdiklerim için yaşıyorum
Göz yumdum kahpeliklerine hayatın
Her yalnız kaldığımda ağlıyorum..
 
Bugün 17 yaşındayım
Şiirime içimi döküyorum
Hayatta hep geri kaldım
Dostlarıma derdimi söyleyemiyorum..
 
Bugün 17 yaşındayım
Memleketimi ve sevdiğimi özlüyorum
Zor da olsa bu şiiri saklayacağım
Çünkü bugün 17 yaşındayım… Murat Eker

Göçmen

sevdiklerimin başında bir bilmediğim
görmediğim özlemediğim özlediklerimin başında
yurdum olmadan sıladayım
kimsem ölmeden yasta
yollarda gözlediğim ne
mektuplarda beklediğim ne
nereden sürmüşler beni buralar nere
buralar nere, buralar nere
bir bildiğim olmalı, bilmez olmuşum
bir derdim olmalı, gülmez olmuşum
buralara konmuş göçmen olmuşum
bir derdim olmalı, gülmez olmuşum… Bülent Ecevit

Ceviz Ağacı

Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
 
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
 
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında… Nazım Hikmet Ran

Son Kuşlar

gecenin yargıç suları sorguluyor beni
ama, kıyısından kaçırıyorum şiirlerimi
sonra usulca yanaşıp yastığıma; yumruk
alıyorum, diş veriyorum, papatya karşılığı
senet imzalıyorum; yükseliyorum kalabalıklara
al tut şu sesimi kardeşim
bırakma!
Ferhat bile işaretlenmiş bu silindir kentte
nokta kadar hain, virgül kadar muhbir
bir gökdelenin gölgesinde. Şirin ise kayıp
çoktan kayıp, eflatun mürekkeple
kalın do kadar rüzgâr, ince do kadar yelken
bir düşüncenin tepesinde
al tut şu sesimi kardeşim
bırakma!
sinir uçlarım telex ve peyk hattında kullanıldı
saç kıllarım laboratuvarlarda incelendi, habis
varmış renginde. gövdem lime lime elektrik
artık gözlerim, oynanacak her gece maçının
aydınlatıcısı olacak. ve tırnaklarım
ve nasırlarım, antik bir ziynet gibi
kadife vitrinlerde yutturulacak
al tut şu sesimi kardeşim
bırakma!
alyansım, saatim ve oğlumun iki aylık
karımın dört yıllık resmi
al tut şu sesimi kardeşim… Mehmet Müfit

SERVET SELVİ
 
Editör: TE Bilisim