KANCA
     
Bir liman barında bir denizci ve bir korsan sohbet etmekte ve karşılıklı maceralarını anlatmaktadırlar.
     
Korsanın tahta bacağını, elindeki kancayı ve bir gözünü kapatan bandı fark eden denizci sorar: 
     
"Eee, bacağını nasıl kaybettin?"
     
Korsan anlatır: 
     
"Denizin ortasında fırtınaya yakalanmıştık. Dev bir dalga beni güverteden aldı götürdü. Adamlarım beni gemiye çekerken bir grup köpek baliği ortaya çıktı ve aralarından biri bacağımı koparıverdi.." 
     
"Korkunç..." 
diye sızlandı denizci. 
"Peki o kanca nedir?" "Aaa...," 
diye devam etti korsan, 
"bir ticaret gemisine borda etmiştik, tabancalar patlıyordu, kılıçlar şakırdıyordu.
O kargaşada elim koptu gitti...
Kimin yaptığını göremedim bile.." 
"Aman Tanrım..
Dehşet verici bir şey bu.... Peki gözünün üstündeki bant nedir?"


"Bir martı geldi ve gözümün üstüne pisledi..." 
diye cevap verir korsan.
"Yani gözünü bir kus pisliği mi kör etti?" 
diye merakla sorar denizci..
"Ama nasıl olur?"
Korsan gayet sakin anlatır:
"Kancayı taktıkları ilk gündü, tamam mi?"
     
AKILLI ER
     
Bir albay, bir er, bir yaslı kadın ve bir de genç kız trende ayni kompartımanda yolculuk etmektedir.
 
Tren bir tünele girip kompartıman karardığı zaman, MUCUK bir öpücük sesi ve ardından SIIRRRRAAAK ! diye bir tokat sesi duyulur. Tünelden çıktıktan sonra yaşlı kadın "Aferin genç kıza Nasıl yapıştırdı tokadı" diye düşünmekte ve kafasını sallamaktadır. 
     
Genç kız da "Zevksiz herif bu morukta ne buldu ki , bi de öpmeye kalktı ama kadın da iyi yapıştırdı " diye düşünmektedir. 
     
Albay ise "Ulan bizim esoglusu er, kızı öptü. Tokadı biz yedik" diye yanarken er de içinden söyle düşünmektedir: 
     
"He he. Aferin lan bana.
Elimi öpüp nasıl yapıştırdım tokadı albaya... 
     
SENFONİ ANALİZİ
     
Bir sanayi şirketinin Genel Müdürü ve aynı zamanda bir Kültür Vakfınca kurulan Senfoni Orkestrası'nın Yönetim Kurulu Başkanı, o ayın konseri olan Schubert’in "Bitmemiş Senfonisi'ne gidemediğinden yerine şirketin verimlilik uzmanını gönderir. 
     
Ertesi hafta, verimlilik uzmanından bir teşekkür ve değerlendirme raporu alır: 
     
"Sayın Genel Müdürüm" 


4 Obuacı, konserin önemli bir zaman diliminde boş oturmuşlardır. Bunların sayısı azaltılmalıdır ve diğerlerinin konsere daha çok katkısı sağlanmalıdır. 


12 kemancı aynı anda aynı hareketleri yapmakta, aynı notaları seslendirmektedir. Burada da personel tasarrufu şiddetle tavsiye ediyorum. 


Özellikle 16'lık notaların çalınması oldukça gereksizdir. Çünkü izleyiciler 8'lik notalarla 16'lık notalar arasındaki farkı anında hissedememektedirler. Dolayısıyla 8'lik notalarla eser icra edilmeli, yüksek ücretli keman ustaları yerine stajyerler kullanılarak masraflar düşürülmelidir. 


Yaylı sazlarla işlenen pasajların, nefesli sazlarla tekrarının yol açtığı gereksiz tekrarlamalar önlenebilir. Böylece 2 saatlik konser de 20 dakikaya inmiş olur. 


Eğer Schubert bütün bunları bilmiş olsaydı, Bitmemiş Senfoni, bitmiş olurdu. 
Saygılarımla....." 
      
OTELCİNİN KARISI
     
Temel, seyahate çıkmış. Uzun zaman evinden ayrı kalmış. Bir akşam bir kente gelip küçük bir otele inmiş. Odasına yerleştikten sonra, aşağıya telefon etmiş. Telefonu otelin sahibi açmış.
  
Temel, ne istediğini söylemiş:
"Bana bir fahişe bulup gönderin."
Bunu söyledikten sonra telefonu kapatmış. Otelin sahibi şaşırmış.
Yanında duran karısına dönmüş:
"Demin gelen müşteri kadın istiyor..."
Otelin sahibinin karısı öfkeden deliye dönmüş:
"Terbiyesiz adam, ne zannediyor bizim otelimizi. Hemen git o müşteriye ağzının payını ver..."
     
Otel sahibi, müşteriye ağzının payını verme fikrini pek tutmamış:

"Adama ne söyleyeceğim karıcım, bir terbiyesizlik eder, başım derde girer..."
Kadın çok sinirliymiş:
"Sen gitmezsen, ben gider söylerim..."
Ve, hışımla merdivenleri çıkıp Temel'in ağzının payını vermeye gitmiş.
Kocası da aşağıda bekliyormuş. Yukardan gürültüler gelmeye başlamış.

Onbeş yirmi dakika sonra Temel aşağıya inmiş. Üstü başı yırtılmış, yüzü tırmıklanmış... Otelcinin yanına gidip bir güzel çıkışmış:

"Ne biçim kadın göndermişsin be. İstemem diye tutturdu. Becerene kadar anam ağladı"
     
SARISIN VE RULET
     
İki gazino krupiyesi canları sıkkın, rulet masası başında müşteri bekliyorlardı. Bu sırada cazibeli bir sarisin elinde USD 20.000'lik fişle masaya doğru yaklaştı ve

"Pardon oynayabilir miyiz?" dedi. "Ben kendimi çıplak olursam daha şanslı hissediyorum" diye ilave etti ve üstündekileri bir çırpıda çıkardı. Bu sırada da rulet çarkı da çevrildi.

"Hadi bakalım, kazanacağız, yeni elbiselere ihtiyacım var." dedi sarisin.
Kısa bir aradan sonra bir çığlık duyuldu:

"Evet, evet kazandım, kazandım." Elbiselerini ve paraları toplayıp gözden kayboldu.
Krupiyeler birbirlerine bakakaldılar. Az sonra biri diğerine sordu:
"Fişlerini hangi numaraya koymuştu ki?"
"Bilmiyorum, sen bakıyorsun diye düşünmüştüm."

BOĞA
     
Çok güçlü, damızlık bir boğa köyündeki tüm ineklerle çiftleşmiş.
İnekler yetmeyince diğer hayvanlara ve hatta köyün kadınlarına yan gözle bakmaya başlamış. Bu durumdan rahatsız olan köy ahalisi ne yapsak diye düşünmeye başlamış. Köy ihtiyar heyeti toplanmış ve ünü tüm ülkeye yayılan boğayı devlet üretme çiftliğine satmaya karar vermiş.
 
Bakıcıları devlet üretme çiftliğine satılan boğayı ineklerin arasına salmış, aradan birkaç gün geçmiş ancak boğada hiç bir hareket olmamış. Ağacın altında geviş getiren boğanın bakicisi yanına gitmiş ve : 
Boğa kardeş, köydeyken seni kimse tutamazdı, ne oldu hasta mısın? 
diye sormuş.
Boğa, bakıcısına yavaşça dönerek : 
Eeee ne yapalım? Artik devlet memuru olduk, demiş... 
      
HASTANEDE TESTLER KARISIR ve ...
     
Adamın biri karisinin test sonuçlarını almak üzere doktora gitmiş. 
Resepsiyondaki hemşire:
Kusura bakmayın beyefendi, ama ufak bir problemimiz var.
Karinizin testlerini lab'a gönderdiğimizde ayni isimli bir başka bayan da teste gitmiş ve hangisi karinizin hangisi diğer bayanın emin olamıyoruz maalesef, demiş. Açık olmak gerekirse sonuçlardan biri kötü diğeri ise daha da kötü!
Adam: 
"Ne demek istiyorsunuz yani?"
Hemşire: 
"Testlerden biri AIDS diğeri ise Alzheimer çıktı ve hangisi karinizinki bir şey söyleyemiyoruz."
Adam: 
"Korkunç bir şey, peki simdi ne yapmalıyım?"
Hemşire: 
"Bence, karinizi şehrin göbeğinde en kalabalık noktaya bırakın ve eğer evin yolunu bulabilirse de bir daha da onunla yatmayın..."
 
Babada kalacaktır

Boşanma davasında kadın, hakime talebini gerekçesi ile açıklamış: 
"Sayın hakim, çocuğun bende kalmasını istiyorum. Onu dokuz ay karnımda taşıdım." 
Hakim kocaya sormuş: 

"Karınızı duydunuz. Bir diyeceğiniz var mı?" 
Adam "Var tabii" demiş ve anlatmış: 

"Sayın hakim. Farz edelim ki canınız bir kutu soğuk kola istedi. Makineye parayı attınız ve kola geldi. Şimdi bu kola makinenin midir, yoksa parayı deliğe atanın mı?" 
Hakim sekreterine dönmüş: 
"Yaz kızım. Çocuk babada kalacaktır..." 
     
Yumurta Yapmanın 100 yolu
     
İki horoz mutfağa girerler. Etrafa meraklı gözlerle bakarlarken tezgahın üzerinde bir yemek kitabı görürler. Kitabın üzerinde : "Yumurta yapmanın 100 yolu" yazmaktadır. Biri digerini dürter ve der ki :
Olum bak lan seks kitabı bulduk alaaaaaaa ...
     
Benim kim olduğumu biliyor musun?
     
Üniversitenin büyük amfisinde 800 kişinin katıldığı bir imtihan...
 Süre iki saat... Profesör son derece sert ve sürenin esnetilmesine
imkân yok.
     
Cevapları yetiştiremeyen kalıyor. Bu yüzden bütün talebeler harıl harıl kâğıt dolduruyorlar. Ama birisi ağırdan gidiyor. Biraz düşünüyor biraz yazıyor.
Hiç aceleci bir hâli yok.
     
Derken süre doluyor. "Getirin kâğıtları çocuklar" diyor profesör ve herkes bitirebildiği kadarıyla kâğıdını getirip masanın üzerine koyuyor. Veren çıkıyor, veren çıkıyor, masanın üzerindeki kâğıtlar birikiyor. Sınıfta hiç talebe kalmıyor. Bir kişi hariç. Bizim ağırdan giden talebe hiç istifini bozmadan yazmaya devam ediyor.
     
Böylece biraz daha zaman geçtikten sonra, bizimki kalkıp kürsüye gidiyor ve kâğıdını bir sonraki ders için hazırlıklarını tamamlamakta olan profesöre uzatıyor.
Profesör kızarak:
Hayır! Çok geç kaldın.
Artik senin kâğıdını alamam...
Bizimki ters ters bakıyor:
Sen benim kim olduğumu biliyor musun?
Yoo, aslında bilmiyorum.
Ne olacak?
İyi öyleyse, diyor bizimki ve yığılı duran imtihan kâğıtlarının bir kısmini kaldırıyor ve araya kendi kâğıdını koyup kâğıtları tekrar düzeltiyor. Sonra da:
Iyi günler hocam, deyip profesörün şaşkın bakışları arasında yürüyüp gidiyor.
     
Bir iki üç iç..
     
Hitler'in gözü İngiltere'de ama oraya gitmesine imkan yok. Çünkü bir sürü tankı var ama savaş gemisi yok..
     
Bir gün yardımcıları ile Manş denizinin kıyısına geldiğinde "Denizi kurutup tankları karşıya geçirmek" gibi müthiş bir fikir geliyor aklına..
Ve hemen emir veriyor. Tüm Alman ordusu denize girecek ve denizin suyunu içip bitirecek...

Hitler emir verdimi akan sular durur.. Eline kaşık, kepçe, maşrapa alan tüm asker denize giriyor ve komutan emri veriyor.
     
"Bir iki üç iç..
Bir iki üç iç..
Bir iki üç iç.."

Bu komutla askerler bütün gün deniz suyunu içiyorlar ve gece olunca istirahate çekiliyorlar. Bir hafta sonra müthiş planının ne halde olduğunu görmek üzere Hitler deniz kenarına geliyor. Görüyor ki denizde bir litre bile eksilme yok.. Tam dönüp komutanlarına bağıracağı sırada karşı sahillerden bir ses duyuyor...

"Bir iki üç çişşşşş..
Bir iki üç çişşşşşş..
Bir iki üç çişşşşşş.."
 
KAHVALTI!
     
Fransız delikanlı, Paris'in bulvar kahvesinde oturmuş, tipik kahvaltısını yapıyormuş. Kahve, kruvasan, ekmek, tereyağı, reçel. Yan masaya ağzında çikleti ile tipik bir Amerikalı turist oturmuş. Sohbet başlamış...
Amerikalı: o ekmeğin hepsini yiyecek misin?
Fransız: Tabii..

Şort
 
Temel, karısı Fadime'ye: "Bana bir şort dik" demiş.
Fadime Temel'e şeker çuvalından güzel bir şort dikmiş.
Temel arkadaşı Dursun ile plaja gitmiş. Giderken de şortunu giymiş. Temel'i gören gülüyormuş. Temel artık dayanamamış ve arkadaşı Dursun'a sormuş:
Neden herkes bana gülüyor?
Dursun:
Ula uşağum! Senin şortun arkasında Turhal şeker fabrikası, önünde net 50 kilo yazıyor!
 
Tonyalı Cemal
 
Tonyalı Cemal, Temel'e övünüyormuş:
Benim büyük dedem, Sarıkamış'ta savaşmış... Dedem, Kurtuluş Savaşı'nda savaşmış... Babam Kore'de savaşmış...
Temel,
Ula Dursun sizin ne geçimsuzailenuz var
 
Hangi Ressam
 
İki kedi sohbet ederlerken biri diğerine sormuş:
Ben Van Gogh'un resimlerine bayılıyorum! Senin en sevdiğin ressam hangisi?
Walt Disney, diye yanıtlamış beriki.
Ama o ressam değil ki!
Evet... Ama fareleri harika çiziyor!...
Harun YAVRUOĞLU
Editör: TE Bilisim