Hayatımda önemli bir yeri var şiirin fakat her şey ondan ibaret değil. Şiirine tapanlardan; “şiir yazmasaydım ölürdüm”, “varlığımı şiire borçluyum” diyenlerden de olmadım hiçbir zaman. Böyle sözlerden hiç hazzetmedim. Biz sonuçta bütüncül bir yaşayışa, bizi kuşatan bir imtihan süreci olduğuna inanıyoruz. Şiir bu yolda bana güzel bir arkadaş oluyor. Önemli olan, her şeyden önce, istikamet üzere olmak. Güzel ve erdemli yaşamak. Tanıklığımızın hakkını vermek. Bir yönden, faniliği durdurma çabası olarak da görülebilir bu.

"Niçin şiir yazarız?” sorusunu “Niçin şiir okuruz?” sorusundan ayrı düşünmek mümkün değil elbette. Bu noktada iki ana eksenden, çıkış noktasından söz edilebilir: Doğayla, insanla, hayatla “temas” ve akabinde birbiriyle bağlantılı olarak “biçim” ile “dil”. Octavio Paz, “Şiir, üzerimizdeki örtüyü kaldırıp bize ne olduğumuzu gösterir ve bizi gerçekte olduğumuz şey olmaya çağırır.” der. Şiir biraz da bu durumun, insanla ilgili bu çok yönlü, bu karmaşık ve değer aşılayıcı “oluş”un serencamıdır, didişmesidir, erincidir.
       
Kabul ederiz ki evrenin, yeryüzünün, tarihin bizde takılıp kalmayan bir akışı, kendine özgü bir işleyişle gerçekleşen bir kaderi, bir yasası vardır. Biz sonuçta bu akış, bu işleyiş, bu kader içindeki kendi duruşumuzu önemseriz. Kendi tanıklığımızı merkeze koyarız. Kendi emeğimizin, işçiliğimizin, çabamızın üstüne titreriz. Varoluşumuzu, yaşayışımızı kendi duyumsamalarımız ve deneyimlerimizle bütünleştirerek anlamlandırırız. Bir yönden, faniliği durdurma çabası olarak da görülebilir bu. Faniliğin elinden bir şeyler çalabilme hatta ona diklenme iştiyakı ya da faniliği -daima farkında olarak- hayatın, insanîliğin içine katma isteği olarak da düşünülebilir.
        
İcatlar yapabilecek insan, ölümlülüğün sürekli farkında olan insandır. Ölümlü, geçici olanı bilincinde sımsıkı tutan kişi, dimağının da, dilinin de güçleneceğini varsayar. Varoluş sancısını birazcık dindirmek yahut sözlerinin ve eylemlerinin, kendi elleriyle değiştirip yadırgamaz hâle getirdiği fakat türlü yabancılaşmalar içinde savrulup durduğu bu dünyadaki sevincine değmesini, eşlik etmesini ister. Küresel uğultunun içinde bu temasın biricik olduğunu, bu tecrübenin eşsiz olduğunu düşünür. Yeryüzü tutanağına bir kayıt düşürmek; ölümlülüğün, geçiciliğin, unutuluşun burcuna bir çentik atmak, göz alıcı bir fener dikmek ister. Deneyimlerinin, duyumsamalarının, tanıklıklarının başında asla nöbet tutmayan zamana, yazarak bir karşılık vermeye çalışır.
       
Birçok şiirin enerji kaynakları arasında bu çok yönlü gerilimin, çatışma ve yarılmanın, bütünlük ve mutluluk arayışının etkisi görülür. İyi bir şairin şarkısı hiç bitmez bu yüzden. Merhem bulunmasa da yaraları kapanmaz. Üşüme geçmez. Hiçbir şey yapamasa da şahane bir yalnızlığı, tutunamamışlığı yontup durur.

İnsanın kalmak, kalıcı olmak, sonsuzluğa sokulmak isteğiyle fanilik, yok oluş arasındaki çekişmesi, yüzleşmesi yahut teslimiyetidir genel olarak şiirin soluklandığı alan. Yadırgamadır, sancıdır, örtüşemezliktir biraz. Hem bir kalkan hem de bir saldırı silahıdır. Şairin duygu ve düşünceleriyle, dille, bağlanma ve uzaklaşma dürtüleriyle, kaçmak ve kök salmak isteyenlerle savaşımıdır. Hem bir mücadele alanı hem de mücadele aracıdır şiir. Başarısı ise daima göreli ve şüphelidir.

Gözlerim İstanbul'dur Benim

İstanbul'un gözleriyim ben
Hırçın ruhumun ötesinde ağlıyor İstanbul
Bir vapur kalkıyor Eminönü'nden
Balık ekmek kokuyor tekneler
Uçsuz bucaksız gökyüzü,martılar
Ve huzur veren mavi
Çocuksu bir mutluluk,büyümüşlüğün telaşıyla
İçilen sıcak bir çay
Üsküdar iskelesinde
Nazlı bir gelin edasıyla
Karşımda duruyor Kızkulesi
Arkamda hasret rüzgarları esen Haydarpaşa
Toprağın buram buram tarih kokuyor
Dikilitaş'tan Ayasofya'ya
Gözlerimi yumdum
Süleymaniye'de yem atıyorum kuşlara
Gözlerimi açtım
Eyüp Sultan'da ellerim duada
Ortaköy'de alıyorum her zaman en derin nefesimi
İçime çekiyorum tüm aşklarımı
İstanbul benim gözlerim
Bazen isyankar Beyoğlu bazense masum Maçka
Aksaray'dan bir dolmuş yol alıyor bilinmeyen aşklara
Laleli'de yitirilen duygularla
Eline ver diyorum yalnızlığıma
Elini ver diyorum köprü altındaki çocuklara
Çamlıca'daki özgürlüğümle
Sokakların ışıl ışıl aydınlanıyor
Varoşlarında ısınıyorum
Tarlabaşı'nda küskünlüğüm bırak bende saklı kalsın
Geceleri gezen bozacılarını özlüyorum
Senden ayrı düşmek ne acı
Bir ananın yavrusunu özlemesi gibi
Kokunu özlüyorum
Umut
Ekmek
Yürek
Azim
Ruhum İstanbul… Sema Akdoğan

Aldanma Cahilin Kuru Lafına

Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz insanın kulu yalandır
Hükmetse dünyanın her tarafına
Arzusu hedefi yolu yalandır
 
Kar suyundan süzen ceşme göl olmaz
Gül dikende biter diken gül olmaz
Diz diz eden her sineğin bal'olmaz
Peteksiz arının balı yalandır
 
İnsan bir deryadır ilimle mahir
İlimsiz insanın şöhreti zahir
Cahilden iyilik beklenmez ahir
İşleği ameli hali yalandır
 
Cahil okur amma alim olamaz
Kamilik ilmini herkes bilemez
Veysel bu sözlerin halka yaramaz
Sonra sana derler deli yalandır… Aşık Veysel Şatıroğlu

Itır Şahı

Mevsimlerin karşısında
Solmayan beyaz bir çiçek
Hem hayaldir Itır Şahı
Hem de iman gibi gerçek.
Kapımı açık tutarım
Ki Itır Şahı gelecek.
Aydınlanır karanlığım
Mor ışıklardan süzülür
Şekiller birleşir tek-tek
Gönlüme resmi çizilir.
Itır Şahı yüreğime
Alevden harfle yazılır.
 
Pencereme vurur rüzgar
Gelir şiir hecelerle
Yağmur sevdamı ıslatır
Sevdam büyür gecelerle.
Itır Şahı çıkagelir
Kördüğüm bilmecelerle.
 
Zamanın kıvrımlarında
Sorular keser yolumu
Şiirin pınarı hasret
Vuslat şairin ölümü.
Itır Şahı damarımda
Dolaşan ateş yalımı.
 
Hayal dünyam renk cümbüşü
Gülümseyip el ederim
Yalnızlığın lezzetini
Zerre-zerre hissederim.
Itır Şahı'nın ardından
Kaf Dağına yol giderim.
 
Savdı herkes sırasını
Aslı, Leyla ve Züleyha
Yeter ki sen bulmak iste
Her çölde vardır bir vaha.
Itır Şahı bu başlangıç
Söylenecek söz var daha. A. Kasım Baltacı

Külleri Eşelemek

İçimi ezer delice bir cesaret
görünmez bir el kilitler kapılarımı,
miskinliğimden değil bu minnet
çaresizim seni sevdiğimi söyleyemem
Dilsizim.
 
Çırpınmayı bile unutmuş bir serçe
gibi saklarım göğsüme kanatlarımı,
kadınlığın böyle karşıma dikildikçe
utanırım seni sevdiğim söyleyemem.
Dilsizim.
 
Bilinç denen şey şeffaf bir hançer
her gece deşer yaramı.
yıllar divâne ömrümden zulümler geçer
halsizim seni sevdiğimi söyleyemem.
Dilsizim.
 
Eski yalnızlıklardır soframdaki nicedir
hayatla katlayamam yorgun yaşımı,
büyük aşklar hep gecikmeli gelir
garibim seni sevdiğimi söyleyemem.
Dilsizim.
 
Erken geldin dünyaya,benden önce
benden önce koştun yollarımı,
şu ince yağmurlar dinince
gideceğim sevdiğimi söyleyemem.
Misafirim. Hüseyin Ferhad

SERVET SELVİ
 
Editör: TE Bilisim