Geçmişin içinde varlığını hissetmek kadar sınırsızı, sınırlı olanda yani bugünde bulmak, bu beraberliği hissedebilmek bir yazarı gelenekçi yapar. Aynı zamanda bir “yazarın içinde yaşadığı zaman ve mekânın, yani çağdaşlığının keskin bir şekilde şuurunda olmasını sağlayan şey de budur. Hiçbir şair, hiçbir sanatçı, kendisinden sonrakilere iletmek istediği bütün bir dünya görüşünü tek başına veremez. Onun bize vereceği dünya görüşü, hayat felsefesi, geçmişteki şair ve sanatçıların görüşleriyle ilişkisi bakımından değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir. Onu tek başına değerlendiremezsiniz; onu ölülerin arasına yerleştirip eserlerini onlarınki ile karşılaştırmalı ve mukayese etmelisiniz. Bunu sadece tarihi şuur açısından söylemiyorum, bu, eleştiride estetik bir kaidedir.

Çağdaş yazarın, geçmiştekilerle aynı çizgide olması, çağdaş eserin eski edebiyatın yarattığı organik bütünün bir parçası olması, tek taraflı bir  mecburiyet değildir. Yeni bir eser yaratıldığı zaman, eski eserlerin oluşturduğu organik bütün, aynı anda yeni bir düzenlemeye tâbi olur. İçinde yaşadığımız çağa kadar yaratılmış bütün sanat eserleri, kendi aralarında ideal bir düzen ve bütün oluştururlar. İşte bu bütün ve ideal düzen, yeni bir eserin kendilerine katılmasıyla değişikliğe uğrar. Yeni eserin yaratılmasından önce eksiksiz bir bütün oluşturan eski eserler, kendilerine yeninin katılmasıyla, aralarındaki ilişki ve bütüne nazaran nisbet ve değerleri bakımından değişirler. Buna eski ile yeni arasındaki uyum diyoruz.
Eski ve yeni eserlerin oluşturduğu “organik bütün” fikrini kabul eden herkesin, bugüne geçmişin yön verdiğini, geçmişin de çağın şuuruyla yoğurulduğunu kabul etmesi akla uygundur. Bu gerçeğin farkında olan şair, yüklendiği muazzam güçlüklerin ve mesuliyetin bilincinde olacaktır. Bir bakıma şair kendisinin de geçmişin ölçüleriyle değerlendirilmesi gerektiğinin farkına varacaktır. Bu değerlendirme yeni eserin, eski eserler kadar iyi, onlardan daha iyi veya daha kötü bulunması anlamına gelmediği gibi, eski ölçüler içinde sahip olduğu değerlerin hesaba alınmaması anlamına da gelmez. Bu değerlendirme iki şeyin birbiri için ölçü teşkil ettiği bir mukayesedir. Yeni eserin, eski eserlere hiçbir yenilik getirmeksizin benzemesi bu gelenek anlayışının dışında kalır, bu ölçüde bir benzeyiş, onu sanat eseri olmaktan uzaklaştırır.
 
Ebemkuşağı
 
beyaza dokundum ilkin
bir yalnızlık bir üşüme düştü dilime
bıraksalar kopuverecektim
hep sırtından hançerliyordu ışığı
ölüm vardı kollarında
hiç sevemedim siyahı
yorgun bir sonbahar düştü yüreğimin dallarından
sarıda ıssız buğday tarlalarım
ve romatizmalarım
biraz hüzündü kahverengim
paslı kiremitlerden damlayan gözyaşlarıydı zaman
yosunlandı ellerim
hiç tanımıyordum pembeyi
yabancı bir gülümsemeyle baktı ağaran saçlarıma
ağlayıverecektim
yarin gözlerine sürdüm moru
kekre aşkların gün bitimi ayrılıkları kanasın istedim
böyle renk görmedim
yüreğim bozkır alevi sevdalarla kundaklandı
biraz özlem biraz aşktı kırmızı
içimde o bildik sızı
gözlerinde gördüm çağla yeşili
sevişmeye çağırıyordu
sarıyla mavinin gayrimeşru çocuğu
düşlerimi amansız yolculuklarla boyadım
denizler yağmalarken bu rengi
durmadan büyüyordu mavi
ayıklayıp içlerinden siyahı
karıştırdım bütün renkleri
bir ebemkuşağı aldım elime
ip atladım doyasıya
sevgilimle… Eşref Karadağ
 
Zerdüşt Ne Buyurdu?
 
"Tanrı bir çiçeğe âşıktı,
Onun için yarattı kâinatı"
Bir deli adam adımlıyordu sokakları
Adımlarında deliliği yankılanıyordu adamakıllı
Kaçarcasına ilerlerken hatıralardan
Buydu gördüğü herkese "merhaba"dan önce, ilk lafı
Tuhaf tuhaf bakanlara inat, gülümsedi
Dünya ilk aşkın tozpembe heyecanlarına bile yabancıydı
"Güçlü olman gerek" dedi kendi kendine
"Şımartma geçmişini; bırak çiçeklenip solsun bir bir, her anı"
"Kimsin ki ağıt yakıyorsun yitik yıllara?
Kürek çekemez hiç bir ölümlü zamanın nehirlerine karşı"
Durdu birden, en çok gölgesi şaştı buna
Adamın yüzünde nice baharlar istilacıydı
"Sanırdım ki mahşere dek parlayacaktır
Ama söndürdü bir çift sözü gökteki yıldızları"
"Sen de masum değilsin artık
Her ruhta aslında bir karanlıklar prensi saklı"
"Hiç anlamadı oysa ne denli sevildiğini
Demek buymuş en talihsiz cinayetimin cezası"
"Benim katili tanrının ey Zerdüşt!
Bilirsin, seven kimseyle paylaşamaz sevdasını"
"Ne dersin, yeşerir mi bir kez daha bu yürek
Yoksa kendim miyim çağların bilgeliğinin celladı?"
"Mutlu son sadece masallara yazılmış
Bizim içinse gönüllü esaret, aşkın doğası..."
Bir deli adam adımlıyordu sokakları
Adımlarında deliliği yankılanıyordu, adam aslında akıllı
Kaçarcasına ilerlerken hatıralardan
Şuydu gördüğü herkesin ardından son lafı
"Tanrı fulyaya aşıktı, onun için yarattı kâinatı..."Mustafa Bilen
 
Dördüncü Akşam
 
Yeni bir İstanbul çizdim çehrene
Dördüncü Levent'de bir akşamüstü
Bir daha tutuştu taş kaldırımlar
Dördüncü Levent'de bir akşamüstü
 
Gökdelenler göğe hüzün germede
Kesik kesik nefes alıp vermede
Bir ayağı can evime girmede
Dördüncü Levent'de bir akşamüstü
 
Yağmur yağıyordu, hava ayazdı
"Gitmek" ruha derin bir çukur kazdı
Sevda ensemizde uyuyayazdı
Dördüncü Levent'de bir akşamüstü
 
Boğaz taştı sanki, yırtar kıyıyı
Taksim'in arkası tartar kıyıyı
Otur bir kahvede, kurtar kıyıyı
Dördüncü Levent'de bir akşamüstü
 
Yolumuz hep yokuş, hayat inişti
İstanbul eskiden daha genişti
Gözümde değeri pula dönüştü
Dördüncü Levent'de bir akşamüstü.Hünkâr Dağlı
 
Gemiler
 
Gemiler olmasa!
Boğazı neye yarardı İstanbul'un
Çektiğimiz nargilenin esrarı mı olurdu...
Sen bilmezsin !
Sen! Ey karaların mahkumu;
Güneşin nerede yüreklerden doğduğunu.
Olmasa gemiler,
Ben de bilemezdim
Dünyanın insanlarını
Sevgisini
Mutluluğunu,
Bilemezdim Lagoslu Patrisia'nın
Hayattan ne umduğunu!
Gemiler size muhtacım,
Geçerken karalara yakın
Gücenirim unutursanız beni,
Bir düdük çalın...
Valizim küçük, eşyam desem yok!
Atlar gelirim mendireğe,
Beni unutmayın sakın.
İstanbul, hele Taksim çok kalabalık;
Sensiz olmuyor be sevdalım
Ben her yerde seninle olmalıyım...
Gemiler; hayalim, hayatım, onurum
Gemiler; geleceğim!
Geleceğim geleceğim gemiler!
Geçmişim kendimden,
Kendimden ayıramadığım gemiler...Ahmet Aksoy
SERVET SELVİ
 
Editör: TE Bilisim