Kaç zamandır yazmayı planladığım ama gündem yoğunluğu nedeniyle hep ertelediğim bir “Ranta Yolculuk” hikayesi olan “Yiğit Bulut Hikayesi” ni bu yazımda sizlerle paylaşacağım. 2000’li yılların başlarında yazdığı yazılarla küresel politikaları ve bu politikaların ülkemize etkisini çok güzel bir şekilde anlatan, küresel politikaların uygulayıcısı olan AKP İktidarını sürekli eleştiren, öneriler getiren ve takdirimizi kazanan Yiğit Bulut, şimdi eleştirdiği AKP İktidarı ve Başbakanı Sayın R.Tayyip Erdoğan’ın “Danışmanı” konumunda, bunu herkes biliyor zannederim. AKP’liler, kendilerine AK PARTİ denilmesini istemelerine rağmen “AK” olduklarına inanmayan büyük bir gurup tarafından Adalet ve Kalkınma Partisi’nin baş harflerinden oluşan AKP diye adlandırıldıklarını da herkes biliyor zannediyorum. Bu özet bilgiyi verdikten sonra başlığı neden “AKP’den AK PARTİ’ye Yiğit Bulut” koyduğumu da anlamışsınızdır zannederim. Çünkü olayın özü bu, 2009-2010 yıllarına kadar yazılarında “AKP” diyen Yiğit Bulut şimdilerde AKP’ye “AK PARTİ” demeye başladı.(Örnek:22.04.2009 tarihli ve Üç Partiye Üç Sorum Var başlıklı yazısı, 02 Ekim 2006 tarihli Doymuyorlar başlıklı yazısı, 16 Mart 2008 tarihli Devlet Hükümete yeter dedi başlıklı yazısı.) Şimdi siz okurlara Yiğit Bulut’un eski yazılarından bir demet sunacağım; 02 Ekim 2006 tarihli Radikal Gazetesinde Doymuyorlar başlıklı yazıdan bir bölüm: “Sevgili dostlar, son beş yılda özellikle AKP İktidarı döneminde belediyelerde yapılanları, transfer edilen toprak-imar rantını görünce artık isyan ediyorum. Bu kadar kör göze parmak, bu kadar adam kayırma, bu kadar açık ve herkesi aptal yerine koyan sermaye transferi olmaz.”… “Sonuç; Bizim çocuklarımızın cebine girecek, İstanbulluya hizmet olarak dönebilecek bir para, Ofer’in cebine konuluyor. Vicdanınız rahat mı sayın yetkililer? Rahatsa, fazla salmayın kendinizi, unutmayın hesap günü gelecek.” 15.04.2009 tarihli Vatan Gazetesindeki TSK ‘bir gerçekle’ yüzleşmeli başlıklı yazısının son sözü; “… bence TSK’nın da, Türkiye’nin de ‘içeride  o topluluk var, bunlar var, irtica geliyor’ gibi sanal söylemler yerine ‘küresel güçler’ ve amaçları ile yüzleşme zamanı çoktan geldi! Gerçeği görelim; ‘Yeni dünya düzeninde küresel güçler’ Türkiye’yi ‘istedikleri’ gibi dönüştürüp, TSK’yı amaçlarına uygun şekilde dizayn etmek istiyorlar!”. 14.07.2008 tarihli Vatan Gazetesindeki  Cumhuriyet değerlerine neden sahip çıkmalıyız başlıklı yazının son bölümü; “Sonuç: Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinin en ağır “bölücü, gerici, küresel” tehdidi altında olduğunu düşündüğüm bir ortamda, Cumhuriyet tarihinde hatalar yapıldığını da kabul ederek, Cumhuriyet’i eleştirenlere şunu söylemek istiyorum: Türkiye 1923-2001 arasında ‘her alanda esir alınma denemelerine’ rağmen ‘ayakta kalmayı’ başardı. 2001-2008 arasında ise ‘elinde ne varsa sattığı gibi’, ayakta kalmayı bırakın ‘1923-2001 arasında esir almak isteyenler’ tarafından ‘her alanda yönetilir’ hale geldi.” 16 Mart 2008 tarihli Vatan Gazetesindeki Devlet hükümete ‘yeter’ dedi başlıklı yazısı ile AKP’nin kapatma davasına bakış açısını anlatıyor; “…..Bu noktada başka bir soru soralım; Devlet hükümete karşı olabilir mi? Olabilir…Devleti bir uçak gibi düşünün, devlet ‘yapının özünü’ yani uçağın gövdesini, gövdenin doğayla temasını-işleyiş prensiplerini kısacası ‘esas olanı’ teşkil eder, hükümetler ise bun yapıyı önceden konmuş kurallarla belli bir süre ‘idare etmek’ için seçilirler. ..Uçak örneğinden devam edersek ‘hükümetler’ pilot olarak ‘ana gövde’ içinde belli bir süre yer alırlar. AKP’nin en büyük hatası da burada oldu. Pilot olduğunu unutup, uçağın ‘yapısıyla, koltuklarıyla, motorlarıyla’ oynamaya hatta uçağın içinde yol aldığı doğa ile uçuş prensiplerini değiştirip ‘yeni bir model’ yaratmaya kalktı. Ne oldu? Uçağın sahibi geldi ve ‘hop gardaş’ deyiverdi!!....”. Aynı yazının son bölümü ise şöyle; “Son söz: Yukarıda dava açılma sürecini analiz ettik. Dava açılabilir, parti de kapatılabilir. Asıl iş ondan sonrasında. Türkiye 2003-2007 arasında ‘çok ağır darbe yedi’. Bütün telekomünikasyon şirketleri, bankaları, ağır endüstriyel tesisleri, limanları, tersaneleri satıldı. Şimdi asıl iş ‘yeni bir milli irade tesis’ ederek, bu süreç, tersine çevirmek ve Türkiye’nin ‘tasfiyesine her alanda’ dur diyerek, buraları mutlaka geri almak.” Yine 13 Şubat 2009 tarihli Vatan Gazetesinde yazdığı Manifestom 4 başlıklı yazıda şöyle diyor Yiğit Bulut; “Sevgili dostlar, sizler istiyorsunuz ben de etiketliyorum; Atatürk ilke ve devrimlerine ‘değişen dünya ile birlikte geliştirerek’ sonuna kadar bağlıyım. Atatürk Milliyetçisiyim. Milliyet anlayışımın özünde ‘Ne mutlu Türküm diyene’ var. ‘Türkiyeli’ değil sonuna kadar Türk’üm!!........ Ve tek bir cümleyi sloganlaştırıyorum; Tam Bağımsız Türkiye.. Uzun lafın kısası; Ben buyum..” Evet sevgili okurlar, ben Atatürk Milliyetçisiyim diyen Yiğit Bulut, şimdi “Her türlü milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum” diyen bir başbakanın danışmanı oldu. Tam Bağımsız Türkiye diyen Yiğit Bulut, şimdi BOP Eş Başkanıyım diyen, Atlantik ötesi kararları uygulayan bir başbakanın danışmanlığını yapıyor. Diğer çelişkilerini ise sizlerin yorumuna bırakıyorum. Ve siz okurlara bir öneri getiriyorum; Okuduğunuz, görüşlerine önem verdiğiniz yazarları iyi analiz ediniz. Dün doğru dediklerine bu gün yanlış, dün yanlış dediklerine bu gün doğru diyebilirler. Şahsi çıkarları doğrultusunda sizleri yönlendirebilirler, uyanık olun, okuyun, araştırın. Utku Şentürk’ün dediği gibi, “Bulut”lu günlerden ancak böyle çıkabiliriz, “Bulut”suzluk özlemimiz artık böyle sona erer.
Editör: TE Bilisim