Edebiyatla iç içe üretimlerini sürdüren öğretmen-yazar Selen Karagöz, “Kokulu Üzümler” isimli öyküsüyle okuyucuyu bu kez bir ağacın tepesine, çocuklukla cesaretin buluştuğu bir ana götürüyor. Küçük bir çocuğun ulaşılmazı arzulamasıyla başlayan hikâye; yalnızlık, korku ve içsel gücün sınandığı unutulmaz bir deneyime dönüşüyor. Anlatımındaki duruluk ve gözlem gücüyle Karagöz, okuru hem çocukluğuna hem de kendi iç sesine kulak vermeye davet ediyor.
Çocukluk, ağaçlar ve yalnızlığın iç sesi
Öykünün ana karakteri Gökçe’nin, olgun mor üzümlere ulaşmak için çıktığı asma ağacı; sadece bir tırmanış değil, aynı zamanda içsel bir yüzleşmenin metaforuna dönüşüyor. Selen Karagöz, çocukların merak duygusunu ve sınırları zorlama cesaretini yalın ama çarpıcı bir dille aktarıyor. Karakterin sessizliğe hapsolduğu anlarda bile doğa ile kurduğu bağ, anlatının ruhunu belirliyor.
“Oraya nasıl çıktıysan in şimdi!” cümlesi ise toplumun bireye yönelttiği katı beklentilerin, destekten çok yalnızlık duygusunu nasıl beslediğini bir çırpıda yüzeye çıkarıyor. Karagöz’ün dili; çocuksu saflığın içindeki cesareti, korkunun yarattığı sessiz gücü ve kendini aşmanın yavaş yavaş gelişen doğasını ustalıkla işliyor.
Sadece cesaret değil, farkındalık da var
“Kokulu Üzümler”, yüzeyde bir çocukluk hatırası gibi görünse de derinlemesine okunduğunda, bireyin yaşadığı her “tırmanışın” bir bedeli olduğunu gösteriyor. Gökçe’nin yavaşça süzülerek ağaçtan inmesi, düşmekten korkarken bile ilerlemeye devam etmesi, hayatın tam da bu dengeye dayandığını hissettiriyor.
Kızgın güneş altında toprağa uzanırken terleyen Gökçe, sadece dinlenmeye değil, yaşadıklarını sindirmeye de ihtiyaç duyuyor. Hikâyenin bu bölümü, zamana karşı sabırla beklemenin ve içe dönüşün önemini vurguluyor.
Her okuyucu kendi “ağacını” hatırlayacak
Karagöz’ün bu öyküsü, okurun zihninde mutlaka bir yerlerden tanıdık gelen görüntülerle bütünleşiyor. Belki bir yaz günü, belki de çocukken denenen ilk cesur adım... Herkesin kendi “kokulu üzümüne” ulaşmak için çıktığı bir ağacı vardır. “Kokulu Üzümler”, işte bu ortak hafızayı canlandırmasıyla da güçlü bir anlatı sunuyor.
Yazar, öykünün devamının geleceğini belirterek hikâyenin yalnızca bireysel bir anı değil, aynı zamanda evrensel bir büyüme sürecine dönüşeceğini ima ediyor.