Geçen hafta Türk havacılık tarihinin en önemli gelişmelerinden biri yaşanmış ve milli muharip uçağımız KAAN, ilk uçuşunu gerçekleştirmiştir.

Böylece Türkiye’nin yakın tarihte savunma sanayiindeki başarılarına bir yenisi eklenmiştir. Türk havacılık tarihinin geçmişine bakıldığında bu başarı için uzun bir yol kat edildiği görülmektedir.
Vecihi Hürküş’ün ateşinin yaktığı, Nuri Demirağ’ın da belli bir seviyeye getirdiği yerli uçak projesi, en nihayetinde hayata geçirilmiştir.
Fakat bu gelişmenin yerel seçimlerin hemen öncesinde yaşanması, bir kesim tarafından başka noktalara çekilmiştir. KAAN’ın bir seçim yatırımı olduğu ve gündemi değiştirmek için ortaya atıldığı iddia edilmeye başlanmıştır.
Ne gariptir ki aynı eleştiriler yerli ve milli otomobil TOGG için de veya Atak helikopteri için de, TCG Anadolu gemisi için de ifade edilmiştir. Burada şunu anlamamız gerekir ki Türk Savunma Sanayinde yaşanan olumlu gelişmeler esasen iktidarların başarısı gibi görünse de bu işten kârlı çıkan aslında Türk Milleti olmaktadır.
Zira bölgesinde güçlü ve caydırıcı bir orduya sahip olmanın ne kadar büyük anlamlar taşıdığını en iyi bilecek olan da yine aziz Türk Milletidir. 
1967’de Rumlar, Kıbrıs’ta yaşayan Türkler üzerindeki baskılarını iyice artırmışlar ve 15 Kasım 1967 tarihinde Grivas komutasındaki Rum birlikleri Geçitkale'ye saldırarak katliam gerçekleştirmişlerdir. Yapılan saldırılarda 20'den fazla Türk öldürülmüş çok sayıda soydaşımız da yaralanmıştır.
Türk Hükümeti, adaya askeri hareket için hazırlıklara başlamıştır. İşte tam da bu sırada Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile Genelkurmay Başkanı Cemal Tural arasında tarihe geçen şu diyalog yaşanmıştır: 
Türk ordusunun silah kaynağı ABD’dir. ‘NATO, saldırı değil, savunma ittifakıdır’ diye bize çıkartma gemisi vermiyorlar. ‘Bunlar hücum silahıdır’ diyorlar. ...Elimizde tek çıkartma gemisi yok. İstanbul’dan araba vapurları, altı düz mavnalar getireceğiz. Erleri onlara bindireceğiz. Bu araçların Mersin’e gelmesi, hava şartlarına göre bir hafta veya on güne bağlıdır. Karar verildiğine göre hemen harekete geçeceğiz. Ordu emrinde helikopter yok ki işe derhal başlayalım. Topu topu yedi helikopterimiz var. Onların da ikisi yedek parça yokluğundan yatıyor, işlemiyor.
Görüldüğü üzere Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs’a yapmayı tasarladığı askeri çıkarma için çaresizlikten İstanbul’daki arabalı vapurları kullanmayı tasarlıyor, helikopter dahi temin edilemiyordu. 
Fakat bu görüşmede asıl üzerinde durulması gereken nokta “Türk Ordusunun silah kaynağının NATO yani ABD olduğu” ifadesidir. Hal böyle olunca yani Türkiye kendi silahını dışarıdan almaya mahkûm kaldığında siyasi yönden de dışa bağımlı bir ülke durumuna gelmektedir. Neticede Türkiye, hemen burnunun ucundaki Kıbrıs’a askeri çıkarma yapamamıştır. 7 yıl sonra yapılan Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında da ağır ambargo ve yaptırımlarla karşılaşmıştır.
İşte bu gerçeklerden dolayı Türk Savunma Sanayiinde atılan adımları partiler üstü bir anlayışla karşılamak gerekmektedir. Yarın iktidarlar değiştiğinde de söz konusu kazanımların Türk Ordusunun hizmetinde kalacağı unutulmamalıdır.
Türk Milleti, ABD’den veya başka bir dış ülkeden silah satın almanın yeni “Johnson Mektubu” vakalarına sebep olacağını hatırında tutmalıdır. 
Bu konuda en güzel yaklaşım Merhum Necmettin Erbakan tarafından getirilmiştir. Zira "500 otobüs alacağımıza otobüs fabrikası kuralım" sözüyle Erbakan, her alanda milli ve yerli üretimin önemini ortaya koymuştur.