Şimdiki zamandan yitik geçmişe, bilinir olandan kurgusal düzeyde tamamlanana dek çeşitlenen unsurların ihtiva ettiği bu masalsı hikâyede, iki uzak şehrin iki farklı insanının bir araya gelme ihtimallerinden biri romanın konusunu oluşturur.  

63782Ff2 D113 4C15 A2B9 B5E573E0A224
Şu halde bir yanda Trabzon kızı Zehra Nine’nin, diğer yanda Tebrizli halı tüccarı Settarhan’ın, bir başka yerde ise Nazan Bekiroğlu’nun hikâyesi bir ummana doğru akmaktadır. Kuşku yok, Nar Ağacı bu ummanın adı olmaktadır. Bekiroğlu, giz çözen, parçaları bir araya getiren hem bir anlatıcı, hem de 12 yaşında kaybettiği dedesinin geçmişi ile ilgili bir araştırıcıdır. 


Araştırma dededen kalma bir teneke kutu içerisindeki mektuplarla başlar. Kız Kulesi resmi bulunan bu kutuda, “Taht-ı Süleyman'a yazılıp da gönderilmemiş mektuplar, gönderilip de cevabı alınmamış mektupların kopyaları, Taht-ı Süleyman'dan gelmiş tek cevap, firuze taşlı bir yüzük, birkaç Rus rublesi, bir evlenme cüzdanı ve beş tane eski zaman fotoğrafı” vardır. Gizi içinde saklı bu öteberinin bir şeyler imlediği ortadadır. Özellikle fotoğraflar içinden girilir romana. Her bir fotoğraf çerçevesinde tuttuğu görseliyle, bilgisiyle, hikâyesiyle yaşam kazanır. Uzun yolculukların, tamamlanmayı bekleyen ayrılıkların, savaşların, muhaceretin, işgallerin, ihtilallerin gölgesinde savrulan insanların dünyasındayızdır. Yıkılıp yıkılıp, yeniden inşa olma çabalarının eşiğindedir zaman.  


Osmanlı Devletinin savaşlarla, devasa sorunlarla boğuştuğu dönemin Trabzon’u, şehirlerin ilkidir. Bu kadim surlar şehrinde Şark Meydanı, Gülbahar Hatun Türbesi, Kavak Meydan, Pazarkapı, Bedesten derken yaşanan Trabzon’un son iyi günleri içerisinde buluruz kendimizi. Ardından, anlatıcının Pazarkapı Mahallesindeki anneannesinin evine konuk oluruz. Anlatıcının dedesinin izinde Bakü, Tiflis, Tebriz ve bugün antik bir kent olan Taht-ı Süleyman karşılar bizi. Çarşılar, insanlar, yemek, eğlence kültürü içerisinde yaşam kesitleri ile tanışılır. Büyüdükçe merakı artıran, karmaşıklaşan, insan hallerine, umutlarına dair düşüncelerle kozası örülen bir anlatıda biçimlenir her şey. Lakin insanların ve şehirlerin çağrısına göre alınan yol bir hayli karmaşık, katmanlı, bir hayli uzundur. 


Trabzon 1912

C55E439B 6121 406F 9922 0224663385Da
Nar Ağacı, bir Trabzon şehir romanıdır. Kuşku yok ki bunda yazarın Trabzon doğumlu olması ile aile köklerinin araştırılmasının romanın konusunu oluşturması etkin olmuştur. Konuya girişte bir enstrüman olarak kullanılan fotoğraflardan birisinin, büyükannenin baba evini göstermesi bu açıdan önemlidir. Bu ev, romanda, bir resim tablosu gibi tasvir edilir. “Pazarkapı kumsalında, geniş bir bahçe içinde, iki katlı bir ev bu. Anneannemin, bir türlü bulamadığım baba evi. Karıncaların su içmeye inse incinmeyeceği günlerden birinde çekilmiş olmalı bu fotoğraf. Çünkü deniz, denizden çok durgun bir göle benziyor” der. Romanda gerek bu ev, gerekse evde yaşayanlar, yaşananlar, konu komşuya, çevreye dair bilgiler başta olmak üzere, dönemin insanı, muhtelif anlayışları, tarihsel ve toplumsal durumunun Trabzon şehriyle tanımlandığına dikkat çekmek gerekir. Bu tanımlama çabası aynı zamanda imparatorluk Türkiye’sinin içinde bulunduğu durumun bir vilayet merkezindeki yansımasını gösterilmesi anlamına gelmektedir. Bu bakımdan şehir meydanını gösteren tarihsel değeri yüksek bir başka fotoğraf daha vardır. Anlatının tarihsel yönünü bu fotoğraf belirler.  
Trabzon'da meydanın çok kalabalık olduğu bir günde çekilen bu fotoğrafta ilk dikkat çeken husus insanların telaşlı, gergin oldukları yönündedir. Bu gerginliğin kadın, erkek, Müslim, gayrimüslim tebaadaki yansımasına yer verilir romanda, nedeni anlaşılmaya çalışılır. Ardından, kalabalığın içerisinde yer alan iri yarı bir tellalın, elindeki tokmağı davulun gergin yüzüne indirerek, Balkan Harbi Seferberliği duyurusunu yaptığı yorumunda karar kılınır. Bu hadise Trabzon şehir tarihinde önemli yeri olan 87. Alayın teşekkül etme süreci anlamına gelmektedir. Muhtemelen yazar, bu anın, anıtsal niteliğe haiz bir fotoğraf karesini betimleyerek zihinlere işlemek ister gibidir. Zira 511 gönüllüden, 509’unun şehit olduğu eşsiz bir anıdır söz konusu olan. 
Fotoğrafla aktüel hale gelen günler, Trabzon şehir tarihinde Rus İşgali ve muhaceret öncesi olduğundan şehrin iyi sayılması lazım gelen günleridir. Sonrasını bir kopuşun tarihi saymak gerekir. Bu nedenle günümüzün Trabzon’uyla kıyaslayarak şehri tanıtma yoluna gider yazar. “Vapur şirketlerinin acenteleri; önce telgrafhane, sonra Selâmet Oteli olan bina; İskenderpaşa Medresesi, Millet Parkı, Şafak Oteli, Ferah Lokantası”, Limonlu Sokak, Tekke Mahallesi, Cihan Oteli, İskele Caddesi, atlı arabalar bir kamera çekiyormuş gibi gözler önüne getirilir. Bunlara ilave olarak Trabzon’un bir deniz şehri olduğunun altı çizilir. “Şehrin basamak basamak denize doğru indiği, bütün sokakların önünde sonunda denize açıldığı, araya yolun girmediği zamanlar” olduğu hatırlatılır. Bu zamanların Trabzon’unda Rusya, İran, Belçika, Fransa, İtalya, Avusturya- Macaristan, Kuzey Almanya konsoloslukları önünde bayrakları, faytonları ile anılırken şehrin dünyaya açık bir diğer yönünün olduğu belirtilmek istenir. Dolayısıyla yüz yıl öncesinin Trabzon’u çok daha sade bir şehirdi kuşkusuz ama çok daha değerli ve güçlü olduğu anlatılmak istenir. 


Şehrin Destanı


Nar Ağacı romanında Bekiroğlu’nun Trabzon’un dünü ile bugününde yaşayan bir kişi olarak ele alması, anlatması, şehre ilgi duyanlar açısından bir imkân olarak düşünülebilir. Zira roman sanatında usta bir yazarın okuruna doyumsuz tatlar sunarken ele aldığı şehrin yüz yıl öncesinin tarihsel ve toplumsal gerçekliklerini bütünüyle kucaklaması şehrin destansı bir edebiyat yapıtıyla taçlandırılması anlamına gelmektedir. Hatta şehrin geleneksel yüzünü olduğu gibi, modern medeniyetle yeni yeni tanışan ve başkalaşmaya başlayan çehresine anlatısında yer vermesine de buradan bakmak gerekir. Bu açıdan Trabzon Sultanîsi, Rum Koleji, Ermeni Mektebi gibi eğitim kurumlarını; vitrininde İbrahim Cudi Beyin Lügati, raflarında Recaizade Mahmud Ekrem, Ahmet Midhat Efendi, Halit Ziya, Mehmet Celâl, Safvet Nezihî gibi yazarların eserlerinin yer aldığı Kitabî Hamdi Efendinin Uzun Sokak'taki dükkânı; Kakuli Kardeşlerin fotoğrafçılığı; kadınların dahi ilgi duyduğu futbolun ilk yıllarının şehrin kimliğine dâhil edilmesi gibi unsurları bütünün tamamlayıcı unsurları kabilindendir. 


Bahsi olunan yapıt bir şehir monografisi değil, romandır elbette. İyi bir konu ve anlatıma sahip olan bu romanda pergelin sabit ayağının Trabzon şehrinde olması uzun bahisleri gerektirmektedir. Bu nedenle bu yazının bir başlangıç sayılması yerinde olacaktır. 
TAKA/HAYATİ AYÇİÇEK

Editör: Ayşe Sancak