
Yaşam kadar düşsel; düş kadar gerçek bir şiiri (sanatı) arayan ne bir okuyucu ne de şair var. Durum bu olunca, şair ve okuyucunun buluşması elbette olanaksızlaşacaktır. Bugün, hangi şiir şairini doğurmuştur? Yazdığı şiirlerle var olan; bir iklim, bir rüzgar oluşturmuş kaç şair gösterilebilir? Böyle olunca, okuyucu oluşturmak da olanaksızlaşacaktır doğal olarak. Bunun nedeni; olanı değil olması gerekeni içeren ve öneren bir şiirin yazılmayışıdır.
Şair kendisiyle ve çevresindekilerle sanat üzerine tartışmalıdır. Yarattığı şiiri önce kendisi bir okur olarak okumaya çalışmalı, ardından yakın çevresindekilerin eleştirilerine açmalı, sanatı ‘ben yaptım oldu’ biçimindeki bencil tutumdan kurtarmalıdır. Çünkü sanat okurla buluştuğunda düşünce üretimine kapı açmaktadır. Ne yazık ki her alanda olduğu gibi, yazın dünyamızda da eli kalem tutan herkesin herşeyi bildiği sanısına dayanan bir önyargı geçerli; paylaşma, dayanışma ve takım oluşturma alışkanlığı gelişmemiş.
Şiir bir dil yaratmalıdır. Şiir bireysel ya da toplumsal ilişkilerin, olayların yüzeyindeki duygu ve düşüncelerle değil, bunların derinindeki anlamıyla, kökleriyle uğraşır. Gelip geçici coşkudan, köksüz hayranlıktan çok bir sezgi gücü, bin zihin çalışması, bir entelektüel çaba ister okuyucudan. Bunun ötesinde, yurt ve dünya koşullarıyla yakından ilgilenmeyi; bu dünyada bir eğlence yerinde değil de kendi evinde gibi yaşamayı gerektirir. Dil yalnızca bir ses olayı değildir. Dil aynı zamanda bizim dünyayı anlamlandırmak, anlamlandırmalarımızı aktarmak için kullandığımız bir araçtır. Dolayısıyla şair, yerleşik-egemen-tüketilmiş veya bilgiyi boğmuş, düşünceyi köreltmiş dile karşı savaşmalı, var olan koşulların saklanma, kanıksatılma aracına dönüştürülmüş dil karşısında kendini yenileyebilmeli, sanatın yıkıcı gücüyle var olan, yerleşik dilin ve anlamın ötesine geçmelidir.
Belki Yine Gelirim
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa
bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
ama bir tufan az mı gelir yoksa, yine de
yırtılan ve parçalanan birşeyler olmalı mutlaka
hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler
Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü
Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
"Tükürsem cinayet sayılır" diyordu birisi
tükürsek cinayet sayılıyor artık
ama nerde kaldılar, özledim gülüşlerini onların
Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
tek yaprak bile kımıldamıyor nedense
ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
okuduğum bütün kitaplar paramparça
çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
sırnaşık aydınlar, arabesk hüzünler
bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma
Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
İçimde zaptedilmez bir kırma isteği
dizginlerini koparan bir at sanki bu
soluksoluğa kalıyorum her sonbahar
ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim
Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
birgün gelirsek hangi kent güzelleşmez
şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa
bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü
ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün… Ahmet Telli
Sen Ve İstanbul
Ben
Sana türkülerden sesleniyorum
Bir akşam vakti ve uzak
Deniz bütün ürperişleriyle kapında
Ayaklarını bekliyor küçük çakıl taşları
Ve gönlüm
Bir akşam vakti ve uzak
Ben
Sana türkülerden sesleniyorum
Bir sabah erkenden
Sisli ve yakın
Sancısı ellerinde başlıyor yalnızlığın
Kimsesizlik dilinmiş bir yürek gibi
Ellerini bekliyor
Uzanıp tutmuyorsun
Uzanıp tutmuyor parmakların
Sisli ve yakın
Ben
Sana türkülerden sesleniyorum
Dilimde semt semt dolaşıyor İstanbul
İki güzellik önündeyim
Biri o biri sen
İki güzellik önünde çırpınıyor bu yürek
Bu arzular böyle döküm saçım
Ve boynuma düğüm atan kader
Sen ve İstanbul
Ben
Sana türkülerden sesleniyorum
Türkülerde öğreniyor İstanbul seni
Sesimde titreşiyorlar birer yaprak gibi
Enlem ve boylam daireleri
Yitirilmiş rüzgarı bulup çıkarıyorum
Diriliyor bütün bayrakları dünyanın
Bütün yüzyılları birden
Bir arada yaşıyor gönlüm
Ve türkülerde öğreniyorlar İstanbul'u
Türkülerde öğreniyor İstanbul seni… Kemal Özer
Anneme Mektup
Ah anam, bu yabanda hoyrat rüzgarlar esti,
Güler yüzlü, medeni (!) haramiler yol kesti,
Can verirdik uğrunda sevdamız mukaddesti,
Bağından koparılan güllerime ağladım...
Korkularım büyüyor peşime sal gölgeni,
Hüzün yoldaşım oldu, terketti umut beni,
Ne olur dualarla yine sen avut beni,
Benden uzağa giden yollarıma ağladım...
Yapayalnız ölürsün hasta olsan kime ne ?
Komşular duvarları aşıp gelemez anne,
Nice insanımızın ateş düştü kalbine,
Dört bir yana savrulan küllerime ağladım...
Burada akla ziyan öyküler yaşanıyor,
Geceler kahrolmakta, şafaklar utanıyor,
Perdeler yırtıldıkça sokaklar utanıyor,
Döndüm kendi içimde hallerime ağladım...
Neler yitirdik neler, varamadık farkına
Temeline harç olduk, ter akıttık arkına,
Zamanla boğuşarak dönsün diye çarkına,
Kaptırdığım elime, kollarıma ağladım...
Güzel anam, ezandan mahrum olmak ne demek ?
Hasret zindanlarında mahkum olmak ne demek ?
Diyar diyar gezdirdi bizi bir dilim ekmek...
Başını alıp giden yıllarıma ağladım... Mehmet Atilla Maraş
Gökkuşağından Darağacı
Şimdi'nin bedeni yok,
Yontuyor geçmiş bilgisiyle
gelecek belki olur diye taşı,
taşını kokluyor
yontu dağılıyor...
Şimdi'si yitik
bundan boyuyor
boyuyor evine aldığı
ağacın üzerine tüneyip
duvarını, tavanını, geçmişi
ve geleceği ve her yanını;
dal kırılıyor...
Şimdi'si yitik
diziyor diziyor notalarını,
göğe ışık üzerine boncuklarını,
ucuza getiriyor varlığını
sonsuzun sessizliğiyle
sonlunun gürültüsü arasında,
O bitirince kıyısında gezindiği
yol çöküyor...
Şimdi'si yitik
bundan yazıyor
yazıyor enine boyuna
içini ve dışını ve yeri
ve göğü ve suyu,
bindiği kadırga
o inince batıyor… Nilgün Marmara
Aks
Dört vakit daha öldürecektir, alıç kokularıyla,
Varışların muştusuyla, sökerek ülkesinden biraz
Beş vakit daha öldürecektir, ahşap idiysen ateşin
İdim aşk, taş idiyse külünk beni kendime bölecektir
Soracaktır: Kim kurtarır beni ıraklara gidişimden,
Kim tarayacaktır yaşlanmış tanrımın saçlarını kim
Bir toprağa bir ırmağa yeniden başladığımda
Egeli bir devenin ayaklarından alınmış akıl
Bir vakit daha öldürecektir, sokaklarından
Koyaklarından us, dört nal yarışabilir varışımla… Hulki Aktunç
Kim Demiş
Kim demiş ki benim için bu beldede âti yok,
Kim demiş ki bu toprakta Türk oğlunun hakkı yok...
Bu diyarlar sizin için etmez diyen cahil kim?
Haykırırım cevap versin bizi fazla gören kim?
Ey Türk oğlu bu beldede senin için her şey var,
Bu toprağın her adımı senden bir parça saklar.
Türk kanıyle kızıl güller veriyorken bu diyar,
Ümit yoktur bu beldede Türke diye kim demiş?
Bu topraklar senin için yeşerirken burada,
Ataların destanları inilderken sularda,
Kim demiş ki yabancısın ey Türkoğlu bu yurtta.
Bu toprakta emeğin yok, çekil burdan kim demiş?
Ey asîl Türk, bu sözleri söyleyecek herkesin,
Demir gibi yumruğunu vur başına inlesin
Bu toprakta atan kalpler nerden gelmiş dinlesin,
Türke yer yok bu diyarda, çıksın, gitsin, kim demiş?.. Rauf Raif Denktaş
Uzun Yol Ölüleri
Kentin üstünde bir bulut sesi uğultulu
Kimsesiz yollarda uzun günde
Yaralı insanlar iniyor gölgelere
"Sokaklarda yalnızlık kaldı"
Güz soğuğunda beyaz bir ışıkta
Sürüyorum yüreğimi ellerimde
Yitik günün belleği
Ölüler, ölüler, ölüler.
Akşamın sonunda kanayan
Bir yüreği duyar gibi
Evlerin hastanelerin yanında
Yanık günlerin kirecin yanında
Beyrut'ta kimsesiz bir rüzgarda
Duyuyorum ağlayan yüreği.
Afrika'da, Asya'da, Amerika'da
Ölü yüzleri sokaklarda
Yıkılmış duvarlar, atılmış yollar
Soğumuş beden sonsuza kadar susmuş ağız
Kiminle konuşacağım kiminle
Kan sızıyor toprağa.
Yanık gövdeler kül yığını evler
Kimsenin çıkmadığı kırık merdivenler evlerde
Kimsenin açmadığı kapılar
Gözyaşsız gözler karanlıkta, sessiz gölgeler
Suyunu içmek için öldürdüler seni
Ekmeğini yemek için.
Anaların yasları kapıları çalıyordu
Çığlıklar geçiyordu sokakları baştan başa
Çekilmiş yürekleri içinden örtülmüş düşüncelerin
Gözsüz umutların toprağa düşen yıldızların
Soğuk taşların içinden.
Özgürlük için savaştınız, yurtlarınız için
Esinlendi yaşam
Yiğitçe ve hazin ölümünüzden
Onurlandırdınız çağınızı… Sabri Altınel
Öyle Bir Andır Ki O
Sokak başlarını güneş,
Yolları gece tutar...
Ne vakit ayrılırsan sevgilinden,
İşte o mevsim seni tutar...
Kendi öykünü kendin boğarsın.
Ölümün yaklaştığını
Böyle günlerde anlarsın.
Hiç bilemedik, kim yazmış bu yazıyı?
Ne ilk doğan sensin,
Ne de son ölen,
Sevda yüzünden...
Sen,
İyisi mi
Söyletme beni...Tayfun Talipoğlu
SERVET SELVİ
Muhabir: TE Bilisim