Sporun önemi ilk başlarda askerî alanda fark edildiği için ülkeler, askerî nizama daha kolay adapte olmalarını sağlamak amacıyla gençlerini okul sıralarında sportif yönden eğitmeyi amaçlamışlardır.

Alman Turnvater, Turnen jimnastiği adı altında Alman jimnastik sistemini kurmuş, daha küçük yaşta jimnastikyaptırarak Almanların elastiki bir vücut yapısını kazanmalarını ve ilerde iyi bir asker olmalarını hedeflemiştir. Turnvater’in jimnastik sisteminden başka İsveç jimnastik sistemi, İngiliz izcilik okulları da bu amaçla geliştirilmiştir.

1900’lerin başında Avrupa’da siyasi olarak varlığını sürdürecek devlet sayısı yirmi beş civarında olup, ulus devletlerin çoğalmaya başladığı ortamda ülkeler millî kimliği güçlendirecek arayışlar içerisine girmişlerdir.

Toplumları derinden etkileyen ve fertleri bir dava uğruna çok çabuk ve verimli şekilde birleştiren olaylar, ulus bilincinin yayılmasını sağlayan en önemli unsurlar olmuşlardır. Özellikle savaşların millî bilincin gelişmesine çok büyük katkıları olmuş, hatta toplumlar savaşların etkisi üzerinde millî bilinçlerini daima diri tutma başarısını göstermişlerdir.

 Savaşların yıkıcı etkisinin fazla olması, onun varlığını tartışılır hâle getirmiş, yöneticiler savaşın manevi etkisini sürdürecek fakat maddi kayıplarının önüne geçecek farklı rekabet ortamlarını oluşturma arayışı içine girmişlerdir. Bu durumda da spor müsabakaları ön plana çıkmış, sporun bireylerin sağlığı açısından öneminin yanında milletler arası yarışmalarda da rekabet oluşturması, savaş kadar olması bile insanlarda millî bilincin gelişimini sağlayacak temel dinamikleri barındırması onu ön plana çıkarmıştır.

Ulus devletlerin bilinç düzeylerini diri tutacak müsabakalar bu anlayışla birlikte daha da hızlanmış, ülkeler kendileri adına yarışmaya giren sporcular üzerinden manevi bir birliktelik elde etmeyi, onun üzerinden zafer hissini yaşamayı amaçlamışlardır.

Cumhuriyet dönemindehalkın spora yönlendirilmesi ile iş gücünü artırma, yönetime itaati sağlama, sağlıklı nesiller yetiştirme, uluslararası müsabakalarda Türk’ün gücünü yansıtacak sporcuların yetiştirilme gayreti güdülmüş, halkta rekabeti artıracak, iç huzursuzluk çıkaracak, hizipçilik oluşturacak futbol gibi sporlara soğuk bakılmaya başlanmıştır.

Spor kulüplerinin yayılmasıyla halk arasında ikiliğin, rekabetin arttığı görülünce 1937 yılında Altay, Buca Altınordu kulüpleri Uçokspor adıyla; Göztepe- İzmirspor- Egespor kulüpleri Doğanspor adıyla; Karşıyaka-Bornova takımları da Yamanlarspor adı altında birleştirilerek şehirlerde ikilik çıkaran, halka arasına nefret tohumları eken kulüpçülüğü ortadan kaldırma hedeflenmiştir.

Atatürk döneminde halk arasındaki bu rekabetin nereye varacağı fark edilmesi vebunun önüne geçilmeye çalışılması yeterli olmamış, 1967 yılında Kayseri spor -Sivasspor maçında çıkan olaylarda kırktan fazla kişi vefat etmiştir.

Daha sonra özellikle futbolun iktisadi hacminin artması, insanlar tarafındankabul görmesi ile durum devletin kontrolünden çıkmıştır. Yöneticiler millî bilinci geliştirmek, sağlıklı nesiller yetiştirmek amacı ile yaymaya çalıştığı spor, özellikle futboldaki rekabetten dolayı ülke insanlarını birbirinden ayrıştırıcı unsur hâline dönüşmüştür. Futbol yüzünden sınır şehirler birbirini çekemez olmuş, millî kimlikteki bütünlük parçalara dönüşmüştür.

Türkiye’de sporda uluslararası rekabette beklenen başarının gelmemesi, hükümetlerin federasyon aracı ile adaleti tam sağlayamaması ve hatta siyasilerin sporu siyasi ikballeri için kullanmaya başlaması, bu ayrışmayı daha da hızlandırmıştır. Tıpkı dini yozlaştıran ve kendini dinin yerine koyan cemaatler gibi kulüpçülük de ülkelerdeki ayrışmanın ana eksenini oluşturmuştur.

Sporun başlangıçtaki amacı ile şu anda varmış olduğu nokta beklentilerin tam tersi bir yere gelmiştir.