Hâkimiyet belli bir ülke ve o ülkede oturan hakikî ve tüzel kişiler üzerinde kullanılan ve devlet kişiliğine bağlı olan, asli ve en yüksek hukukî iktidar veya kudret anlamına gelmektedir.

Hâkimiyetin kaynağına gelince bilhassa ilkçağlarda yetkiyi Tanrıdan alan iktidar sahipleri bu sayede halkı yönetmişlerdir.

Hâkimiyetin bir aileye ve şahsa değil halka ait olduğuna dair ilk işaretler Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinde ortaya konulmuş bundan 13 yıl sonra yayınlanan Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinde açıkça hâkimiyetin kaynağının halk olduğu belirtilmiştir.

Fransız İhtilaliyle ortaya çıkan bu fikirler büyük bir hızla yayılmış ve diğer milletler için de örnek teşkil etmiştir. İlk anda kral ve padişahlar, yönetme yetkilerini halk ile paylaşmak zorunda kalmıştır. Meşruti monarşi denilen bu düzende hem monarşik yapı korunuyor hem de halkoyuyla seçilen bir meclis yer alıyordu.

Osmanlı Devleti’nde de meşruti monarşi ilk kez 1876’da uygulanmış ve kesintilerle Milli Mücadele yıllarına kadar da sürmüştür.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yürütülen Milli Mücadelenin en kritik aşamalarından biri 23 Nisan 1920 günü yaşanmıştır. İstanbul’daki Son Osmanlı Meclisinin dağıtılmasının ardından yapılan seçimler ve İstanbul’dan kaçarak gelen vekillerin katılımıyla Ankara’da açılan Büyük Millet Meclisi, Türk siyasi hayatında yeni bir dönemin başlamasına vesile olmuştur.

Meclisin görkemli bir törenle açılmasının ardından hemen bir hükümet oluşturulmuş ve adına da İcra Vekilleri Heyeti denilmiştir. Ankara Hükümeti’nin anayasası ise 20 Ocak 1921’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye olmuştur.

Sadece 23 maddeden oluşan bu kısa anayasanın birinci maddesinde “Hâkimiyet, bilâ kaydü şart Milletindir” ifadesi yer almaktadır. Böylece Türk siyasi tarihinde ilk kez siyasi hâkimiyet, millete verilmiştir.

Milli Mücadelenin ardından 29 Ekim 1923’de devletin adı konmuştur. Cumhuriyet prensibinin kabul edilmesiyle siyasi hâkimiyetin halka verildiği ilan edilmiş, bu prensip 1924 Anayasasında da aynen muhafaza edilmiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında hâkimiyetin bir şahıstan veya aileden alınıp halka verilmesiyle birlikte beklenen gelişme, çok partili bir demokrasiye geçilmesiydi. Bunun için ilk deneme 1924’de yapıldı. Fakat iktidardaki Halk Partisi’nin karşında bulunan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kısa süre sonra tartışmalı bir şekilde kapatıldı. İkinci deneme 1930’da yapıldı. Fakat halktan büyük ilgi gören Serbest Cumhuriyet Fırkası ise ancak 99 gün ayakta kalabildi.

Böylece 1946 yılına kadar hâkimiyet, tek bir parti veya zümrenin elinde bulundu. “Hâkimiyet Milletindir” ifadesi TBMM’nin duvarını süsleyen bir söz olarak kaldı. 1946’da tekrar çok partili hayata geçilmesiyle birlikte, halk hâkimiyeti ancak tesis edilebildi. Millet egemenliği fikrinin metinlerde yer almaktan çıkarılarak uygulamaya geçirilmesi, Türkiye’nin gerçek demokrasi ile tanışması anlamına geliyordu.

Gerçek demokrasinin ilk provası 1946 seçimlerinde yapıldı. Fakat açık oy gizli tasnif yönteminin uygulandığı bu seçimde milli irade sandıklara yansıtılamadı.

14 Mayıs 1950 günü Türk Milleti, ilk kez gerçekten serbest bir seçimle, ihtilalci yöntemler uygulamadan, kan akıtmadan, demokratik bir şekilde 27 yıllık tek parti iktidarını değiştirdi.

Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden itibaren tesis edilmeye çalışılan millet egemenliği prensibi kuru bir söylem olmaktan çıkarılarak gerçek manada hayata geçirildi.