Son zamanlarda Trabzon’da tiyatro adına güzel işler kotarıldı ve kotarılıyor. Değişik tiyatro gruplarının sunduğu “Savaş ve Kadın”, “Geç Kalanlar”, “Büyülü Gece”, “Maskeliler” oyunların ile birlikte Necati Zengin’in başında bulunduğu Trabzon Sanat Tiyatrosu’nun “Muammer Muammer” adlı oyunu izleme olanağı buldum. Her izlediğim oyun için şimdiye dek izlediklerimin en iyisi buydu diye düşündüğümü anımsıyorum. En son izlediğim “Muammer Muammer” adlı oyunun yönetmeni Necati Zengin; tiyatro yaşamına 1975 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi Tiyatrosu’nda “Balıkesir Muhasebecisi” adlı oyunla başladı. Daha sonra ki yıllarda bunları takip eden oyunları kentimiz dışında ki illere taşımakla kalmayıp yurtdışına taşıdı. Kentimizi başarı ile temsil etti. Bazı Sinema Filmleri ve TV dizilerinde rol alan Necati Zengin, çeşitli tiyatro yarışmalarında jüri üyeliği yaptı. Tiyatro ile ilgili birçok söyleşi, konferans ve panele katıldı. Amatör ve profesyonel olmak üzere birçok oyuncu yetiştirdi. Bazı uluslararası tiyatro festivallerine resmi olarak davet edildi ve katıldı. Tiyatro ve Sinema üzerine bazı dergi ve gazetelerde yazıları yayınlandı. “ Aktörlük Sanatı” ve “Trabzon Sanat Tiyatrosu 10. Yıl” adlı kitapların editörlüğünü yaptı. 2009 Yılında “ Osmanlı’dan Günümüze Trabzon da Tiyatro” adlı kitabı yayımlanmış olan Zengin, halen Trabzon Sanat Tiyatrosu Derneği Başkanı olup, aynı tiyatronun Genel Sanat Yönetmeliğini yürütmektedir. Sanat yaşamına 1975 yılından bu yana bu denli başarıları sığdıran Zengin’in yönettiği  “Muammer Muammer” adlı müzikli trajikomedi oyunu daha çok konuşulacağa benziyor. Zengin bir oyuncu kadrosuyla sahnelenen oyun Türk edebiyatına mal olan Orhan Kemal’in eserlerinden Erman Canatan tarafından uyarlandı. Afiş tasarımını Muammer Kotbaş’ın yaptığı oyunun dans düzenini Trabzon Devlet Tiyatro Sanatçısı Dilek Güven tarafından sağlandı. Köstüm ve yönetmen yardımcılığı görevlerini A.Songül Nadir üstlenmiştir. Konuk oyuncu olarak ise yıllarca Türk Sinemasında görüntü yönetmenliği yapmış olan Aytekin Çakmakçı oyunculuğu ile geceye renk kattı. Bu denli tecrübeli ellerle kotarılan oyun ilk gösteriminde ayakta alkışlandı. Oyun sonunda Nadir’e Trabzon Sanat Tiyatrosu’na uzun yıllar katkılarından dolayı Necati Zengin tarafından bir plaket sunuldu. Konunun toplumsal yaşantımızla örtüşmesi, tecrübeli yönetici kadro ve amatörlük sınırlarını zorlayan oyuncular sayesinde oyun, küçük aksaklıklarla başarıya ulaştı. Aksamaların birçoğu mekân kaynaklıydı. Bu yüzden umarım bizlerin gördüğünü görebilen yetkililer, Trabzon’da Tiyatro Sanatına emek veren bu sanat gönüllülerinin oyunların daha güzel altyapıya sahip salonlarda oynamaları için gereken adımı atarlar. Trabzon Sanat Tiyatrosu ekibine bundan sonraki çalışmaları için kolaylıklar diliyor ve tekrar her birini tek tek tebrik ediyorum. Ayrıca tiyatro emekçilerinden Trabzon Devlet Tiyatrosu sanatçısı Dilek Güven'in Trabzon Sanatevi'nde gerçekleştirdiği "Tiyatro Hayatın Neresinde?" adlı söyleşisi için kendisini kutluyorum… Mehmet Kuvvet Kara bir rüzgâr Kara bir rüzgârdı üstünde bir yurdun, Kara bir vicdan, kapkara. Esip durdu hışım gibi, taun gibi; Akla düşman, aydınlığa. Kara bir rüzgârdı, kötücül, zalim, Daha doğmadan söndüren tomurcuğu. Genç kızın ergenlik düşüne düşman, Bebek bakışındaki meraka. Kara bir rüzgârdı, kara kalpli, Mağaralarda beslenmişti, Yarasalardan esinlenmişti, Nefretle bilenmişti, hınçla. Kara bir rüzgârdı, geçtiği her yerde Zehirliyordu iyi ve canlı ne varsa; Aydınlık uç vermesin diye O topraklarda bir daha. Kara bir rüzgârdı, hiçbir şey Daha ölümcül olamazdı ondan; İnsanın sapkınlığıydı çünkü İnsan görünümlü, insana düşman. Kara bir rüzgârdı, zifir kara, Uçurum gibi açılmıştı ağzı; Esti üzerinde toplulukların, Boyun eğmiş, yazgıya razı. Kara bir rüzgârdı, can alıcı, Yedeğinde cellatlar, mezbahalar, ceza evleri; Buyruğunda kara büyü, kara ruh, kararmış adalet, Elinde ölüm terazisi, cinayet kılıcı. Kara bir rüzgârdı, esmekte hâlâ, Karanlık saçarak, kötülük ve riya; Gömmek için iskelet elleriyle Bir ülkeyi dönüşsüz karanlığa… Ataol Behramoğlu Herkes ne ölüsü ah! refik, hatırla kiri gülen bir mendildik herkesin cebinde eylül paslı suydu ve insanlar günahlarını bize bırakırdı ölürken. sonra dar bir masa rakı iskelesinin yanında. erotizm kuşağından bayan melina, uykusu kaçanlar için üç beş eksik şarkıyla bitirirdi geceyi. insan o saat bulut sorusu oluyormuş, herkes ne ölüsüydü refik? ikimizin çocukluğu çok eski, hatırla yağmur kuşlarını korkuturduk ve elma kokardı taşrada hayat. ajanslar ölü sayısının azlığına üzülürdü. gerçeği sadece istanbul’u görüp gelenler söylemişti. o vakitler, yüksek kaldırım’da çapaklı yosmanın biri demiş “benimle seviş, gerisine karışma bir gün tarihe karışacağız nasıl olsa” ah! refik, zamanı bölüştük, zamanı şu kibrit çöpleri arasından. ateş almaya giderdik, evler iki yara arası yakındı birbirine. çatılarda bozbakan cesetleri ve yüzümüzü ardımızdan toplayan hep birileri. hatırla, ayıplanan birkaç eski fotoğraftık cami avlusuna bırakılan sonra bulutlar dağıldığında, kederle çıkılan her evden geriye ne ölüsü kalırdı refik? ikimizin çocukluğu çok eski, hatırla hayatın arasından “iki yüzlük” aşırmıştık kimsenin bilmediği boş arsalara, uzak bayırlara ve üç film birden afişinde; feri cansel’i memelerinden öperken yakalanmıştık babamıza sarhoştuk bayan melina. müziği taşıra taşıra içiyorduk. ah! refik, duydun mu? bu ses, ölüleri toplayan son geminin sireni refik, pencereyi arala; yalnızlık bastı evi… Ömer Turan İrina I. giydiği tül derisi tül tül satıyordu irina avrasya pazarı'nın göz alıcı bir yerinde sattığından önce kendini göstererek ve bir fıçı dondurma gibi soğukluğundan tüterek sıcaklığını satıyordu tülüne sarmalayıp tezgahın elden geldiğince önüne geçerek II. “pencerede tül perde perdenin ucu yerde” diye bir balıkesir türküsü vardı karşıki radyoda “demir perde” düştü dudaklarından istemsiz ve biraz da özlemle anılar geçti içinden hızları yıldırım olan kor kor yandığını duyumsadı yüreğinin “koray”dı son birlikte olduğunun adı “adım irina’dır” demişti “nataşa” diye çağrılışına kızarak “ne fark eder” yapmıştı adam her dokunuşta kadife tenini ateşle dağlayan hoyrat eliyle III. gözleri uzak yağmurları çağırır gibi daldı bir an müşterisinin sunduğu sigaranın markasına baktı “istemem amerika'yı” diyemedi/  uzandı yüzünde maskelediği gülücük içinde ilenmeler vardı ve ansızın alnının coğrafyasından çocukluğunun volga'sına çağlayanlar aktı buğulandı mavişleri saçlarını düşsel bir fırtınayla geriye attı bu atışla dersin tüm harmanlarda buğdaylar samana yattı güçlü ve büyüktü görünüşte bir matruşka gibi bir matruşka gibi açıldıkça özlemleri arttı tüm matruşkaları içine çekercesine havayı derince kokladı sibirya'nın haritasıydı yüzü kolları altmışıncı kuzey enlemi ama tutunmalar için elleri çok ufaktı IV. tül satıyordu irina avrasya pazarı'nın göz alıcı bir yerinde sattığından önce kendini göstererek ve bir fıçı dondurma gibi soğukluğundan tüterek… Zekeriya Saka Vişne lekesi bir konuğum sadece: erkek ve yorgun ten durgun; en kestirme yol günah: merhaba şehir -artık ay büyürse yalandır- ikiye katlanmış bir evin içinde çocuklar anneler ve babalar kadar katılaşır içindeki prens ölür öpülüp durdukça: nereden kapansa kapı sen biraz dışarıda kirli bir tabak gibi bırakır kalbini yol yorgunu her şeyi bilen yazdan yapılma acı birisi öldürülmüş gibi erkenden sabah gözlerin küser kendiliğinden anlasan uyanmazsın: perdeleri çektikçe bir aydınlık aynanda çekirge sürüsü yeni örgütlenmiş bir anlam: bundan daha yalnız olamazsın istediğin sessizlikse önce kalbimi durdur sözün acısı: vişne lekesi… Onur Akyıl
Editör: TE Bilisim