Davut Çakıroğlu şu ifadeleri kullandı:

Bir çok kez söyledim, ancak ülkemizde gündemi takip eden herkesin ortak kanaati sanırım hızla değişen gündemdir. En sıcak gündemimiz de İstanbul Sözleşmesi. Bu çağda hala kısmen dünyada ancak çoğunlukla ülkemizde kadına şiddet konuşuyor olmayı üzücü buluyorum. Tartışılmadan taraf olunan sözleşmelerden, taraf olurken yapmamız gereken tartışmaları yaparak ayrılıyoruz. Her geçen gün artan toplumsal şiddet, bunun sebepleri, uluslararası sözleşmeleri uygulamak adına yapılan uyum yasalarının toplumsallığı, bilimselliği hakkıyla irdelenmeli.

Ne bir sözleşmeye dahil olmakla ne de o sözleşmeden ayrılmakla var olan sorunları çözemezsiniz. Tabi biz bu sözleşmeye dahil olurken kadın, kadın hakları, kadın -erkek eşitliği ve işlenen suçlar konusunda; geleneği, verisi, donesi olmayan bir toplum gibi hareket ediyoruz. Oysa M.Ö 500 yılına dayanan Türk Gelenek ve İslamiyet’i kabul ettikten sonra oluşan Türk İslam sentezi bu manada bize güzel ve güçlü bir havuz vermektedir. Bu sentez kanunlardan ve cezalardan çok insanların bilinçlenmesi, eğitilmesi ve kadının fiziksel zayıflığını bir zayıflık olarak görmemesi adına kıymetlidir.

Türkler, annelik vasfına verdikleri önemden dolayı içinde yaşadıkları ve doğup–büyüdükleri toprağa “Ana-vatan” demişlerdir. Hukuki kurallar olarak en öncelik verdiğimiz temel yasalarımıza da “Ana-yasa” diyoruz. Türk mitolojisinde kadın, gayet yüksek bir mevkide tasvir edilmektedir. Yaradılış Destanına göre kadın, kâinatın yaradılışına sebep olan ilham kaynağı olarak görülmüştür. Hunlar döneminden itibaren kadın-erkek ayrımı yapılmadığı ve kadınlar, erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edildiği bilinmektedir. Hatta öyle ki; kağanın emirnameleri sadece “Hakan buyuruyor ki” ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devletlerin elçileri, sadece hakanın huzuruna çıkmazlardı. Elçilerin kabulü esnasında hatunun da hakanla beraber olması gerekirdi. Yine Göktürkler ve Uygurlarda kağanın karısı hatun, devlet işlerinde kocasıyla birlikte söz sahibidir. Emirnameler, yalnız kağan namına değil, kağan ve hatun namına ortaklaşa imza edilmektedir. Aile içinde de kadın yüksek bir mevkie sahiptir.

Günümüz Türk toplumunda zaman zaman görülen kadına karşı şiddet olayları, kadınla erkeğin tıpkı bir elmanın yarısı gibi birbirini tamamlayan parçası olduğunun şuuruna varmamış insanlar tarafından yapılan münferit olaylar olarak değerlendirilmelidir.

Türk insanı, geçmişini yeniden öğrendiğinde veya gelenek-göreneklerine sahip çıktığında, Dinine daha vakıf olduğunda, kadını da tarihte ve dini kaidelerde olduğu gibi layık olduğu yeri bulacaktır. Güçlü bir hazineye sahip olduğumuzu,bu geçmişin ve inancımızın toplum tarafından tekrar hatırlanması gerektiğini, bilinçli bir toplumun sorunların çözümü adına daha kıymetli görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Gündeme geldiği günden beri üzerinde ciddiyetle inceleme yaptığım, uzun uzun ve tekerrür eden maddelerden ibaret olan bir sözleşmeyi; kadını korumak adına ve toplumsal bilincin yükseltilmesi, toplumsal şiddetin son bulması adına kendi geçmişimiz ve değerlerimiz üzerinden şekillendirip keşke model olarak dünyaya sunabilsek. Bu anlamda okyanusun ortasında duruyoruz; ancak birilerinden bir damla su umar durumdayız...”

Editör: TE Bilisim