Takımın en iyisi Necmi Perekli’ydi. Zaten gol kralı oldu. Ben Necmi’ye çok gol pası verirdim, o da son vuruşları çok iyi yapardı.”

Trabzonspor’un İkinci Lig yıllarına damga vuran futbolculardan biriydi Ahmet Tanrıkulu. 1968-1972 yılları arasında 100’ün üzerinde maçta Bordo-Mavi formayı terleten Tanrıkulu, Trabzonspor’dan sonra Elazığspor’da oynadı ve futbol kariyerini burada noktaladı. Kendisi lakabıyla pek barışık olmasa da futbolculuk yılları boyunca ‘Sahtekar Ahmet’ namıyla anıldı. Emektar futbolcu ile yaşam öyküsünü, Trabzonspor günlerini ve ‘Sahtekar’ lakabının enteresan hikayesini konuştuk.
 
Ahmet Bey, önce sizi tanıyalım lütfen; futbol kariyerinizin de öncesine uzanarak…

Ben Bursa’nın Orhangazi ilçesinde dünyaya geldim. 1946 doğumluyum. Babam da annem de oralı; ama ben üç dört yaşlarındayken buraya gelmişiz; Beykoz’a. Top peşinde de ilkin bu semtin sokaklarında koşmaya başladım. Sonra lisanslı olarak 1. Amatör’de yer alan Kanlıca’ya girdim; oradan 17 yaşındayken Beylerbeyi’ne transfer oldum. 1964-1968 yılları arasında dört yıl boyunca Beylerbeyi’nde oynadım. Oradan da Trabzonspor’a transfer oldum. 22 yaşındaydım.
 
Transferinizi kim gerçekleştirdi?

Erdoğan Gürhan. 1968-69 sezonunun başında o da Kayserispor’dan Trabzonspor’a geçti antrenör olarak. Tanışıklığımız vardı; Beykozludur kendisi. Bana bir yere gitme seni iyi bir takıma götüreceğim, dedi. Ben de bekledim ve kendisi Trabzonspor’a geçince beni de istedi ve transferim gerçekleşti.
 
Hangi mevkiide oynuyordunuz?

4 yıl santrafor oynadım. Beylerbeyi’ndeyken, Trabzonspor’da ise dört sezon boyunca sol açık oynadım.
 
1968’de Trabzonspor’un kuruluşundan bir sene sonra transfer oldunuz. Peki ne zaman ayrıldınız?

1972’de ayrıldım. Ayrılmamızın sebepleri de enteresan. Dört yıl hiç aksatmadan aralıksız forma giydim Trabzonspor’da. Ama bir gün bir maçtan sonra… Denizlispor maçıydı sanıyorum; 1-1 bitmişti. Tahtaya baktık; antrenmanda Ahmet, Erkan, İlhan süresiz kadro dışı yazıyor. Şaka zannettim. İdareci Şekerci Hasan vardı, ona sorduk ama sebebini de öğrenemedik. Ertesi gün gazeteler yazdı Ahmet, Erkan (Yanardağ) ve İlhan (İkican) Denizli maçında oyunu ağırdan aldıklarından süresiz kadro dışı bırakılmışlardır diye. Yani sanki oyunu kasti olarak ağırlaştırmışız, beraberliğe oynamışız, şike yapmışız gibi. Çok üzüldük buna, o saatten sonra kalamazdık.
 
Yani bilinçli bir hareket yoktu; ama öyle anlaşıldı…

Benim futbol hayatım tertemiz geldi geçti. Artık orada ayrılık kararı aldım. Hatta Rıfat Dedeoğlu dedi ki “Bunu sana nasıl yaptılar? Siz sesinizi çıkartmayın ben şu takımı bir Konya’ya götürüp getireyim sizi affettireceğim.” Ama affetmediler, Dedeoğlu yönetimi de istifa etti hatta. Düşünün ki ne kadar önemliydi takım için. Ayrılmamdan iki yıl evvel beni Beşiktaş ve Bursaspor istedi. Rıfat Bey dedi ki “Ahmet, üzgünüm seni bırakamam; bu taraftar kulübü yakar.” Ama işte bir anda beklenmedik bir şey oldu ve yollarımız ayrıldı.
 
Sonra Elazığ serüveniniz başladı.

Elazığ’a da son gün gittik, yoksa ortada kalıyorduk inanır mısınız?
 
Belki Erdoğan Hoca olsa sizi dinler, önyargılı davranmazdı…

Evet, Mustafa Ertan vardı. Denizli maçında, golü de son dakika yedik; yani tesadüf. Hadi ben direkt oynuyorum; ama Erkan abi zaten son 5 maçtır sakattı. O son 5 dakika girdi oyuna, adamın ayağına top bir defa değdi. Düşünüyorum ya bu adam hiç oynamıyordu. Ama yönetime birileri sizi içinizdekiler satıyor, mealinde bir şeyler demiş; işte o içinizdekileri temizleyin. Abidin Melekoğlu bize bunu sonradan anlattı. O zamanki idareciler de düşünmüş; “Bizi kim satar, kim var yabancı; işte Ahmet, Erkan, İlhan.” O zaman süresiz kadro dışı.
 
Saydığınız isimler dışında Trabzonlu olmayan başka futbolcular da alınmıştı o dönem.

Hepsini hatırlamıyorum; ama çok fazla topçu alındı, çok kötü adamlar geldi, inanın hiçbiri de doğru düzgün top oynamadı. Sakarya’dan İsmail geldi, yine Sakarya’dan bir Faruk geldi, sonra ikinci bir Faruk (Özceylan) geldi. Galatasaray’dan gelmişti, bak o iyi bir kaleciydi. Güvenir (Kurtar) geldi daha sonra.
 
1970 senesinde bir de yabancı bir futbolcu gelmişti Trabzonspor’a; Romen Koszka. Kendisiyle ilgili neler hatırlıyorsunuz?

Koszka, Romanya’nın Farul Constanta takımından gelmişti. Yapılı bir adamdı. Evliydi. Yapı olarak baktığında futbolcu demezsin. Diyelim ki adam 1.85 boyunda; ama kilosu da 85-90 vardı. Topa iyi basar, iyi saklardı topu ama çok koşan bir adam değildi. Orta sahada oynardı, penaltıları hep ona attırırdık.
 
Kaç yaşlarındaydı?

Bizden büyüktü, sanırım 31-32 vardı. Çünkü yanılmıyorsam; Romanya milli takımının da kaptanıydı sanıyorum o zaman. Bir gün elinde bir el radyosu ile çıkageldi. Bu ne dedim. “Giderken içine altın koyup götüreceğim” dedi (gülüyor).
 
Romanya’da para mı vardı o zaman?

Peki o dönemki diğer takım arkadaşlarınıza dönemlim. Sizce takımın en iyisi kimdi? Necmi Perekli’ydi. Zaten gol kralı oldu. Ben Necmi’ye çok gol pası verirdim, o da son vuruşları çok iyi yapardı. Necmi 1972-73 sezonunda Trabzon’dan Giresun’a transfer oldu. O zamanlar Giresunspor Birinci Lig’de idi. Gittiği ilk günlerdi... Bir yerlerde buluştuk, dertleşiyoruz. “Seni nasıl arıyorum biliyor musun, Ahmet? ” dedi. “Hiçbir yerden top gelmiyor.” Açıkçası Necmi pek yaratıcı değildi, Necmi’ye orta yapacaksın, o vuracak. Ama sonra Giresunspor Necmi’nin golleri ile Beşiktaş ve Fenerbahçe’yi yendi. Sonradan da kendine güveni yeniden geldi Necmi’nin.
 
Sahada ligin gol kralını çıkartmış, başarılı, hırslı bir takım var; ama bir türlü beklenen şampiyonluk gelmedi. Neden?

Takımımız o zaman gerçekten iyiydi, ama defansımız hep külüstürdü. İyi olsaydı kaç kere şampiyon olurduk. Düşünün ki PTT maçını oynadık 1972 yılında; içerde 6 tane attığımız takıma Ankara’da 1-0 yenildik.
 
O dönem antrenör değişikliği de çok fazla olmuştu. Siz kimlerle çalıştınız?

Çok antrenör geldi gitti. Erdoğan Hoca, Altan Santepe, Mustafa Ertan, Ahmet Suat. Sistem de çok değişti tabi antrenörlere bağlı olarak. Erdoğan Hoca beni Trabzonspor’a getiren kişidir; ama aslında bana çok zarar verdi. Mesela taç çizgisinde iki tane bacak arası attım diye beni oyundan çıkardı. Bana tribün için oynayan adam lazım değil, dedi. Onun zamanında kendimi yeterince gösteremedim. Ama o gittikten sonra yerine Ahmet Santepe geldi. Dedim ki “Erdoğan Hoca beni hiç rahat bırakmadı top oynarken.” Ahmet Hoca benim tarzımı anladı ve bana adam bir gün ne yapıyorsun demedi. Onun zamanında ben de zirve yaptım, o kadar iyiydim.
 
Peki Ahmet Suat Özyazıcı nasıl bir teknik direktördü?

Gırgır şamataydı. Bir gün “Bu orta sahaya tahammülümüz kalmadı,” dedim. Güldü, “Al sen yap. Kimi istiyorsan oynat” dedi. O dönem futbolcular lakaplarıyla anılıyor. Sizin için de ‘Sahtekar Ahmet’ deniyor. Ve sanıyorum bu lakabın mucidi de Ahmet Suat Hoca. Hikayesini anlatabilir misiniz? Ahmet Suat’ın muzipliği işte… Kötü niyet yok; ama yine de hayatım boyunca beni mahcup eden bir lakap oldu. Beylerbeyi’nde biz iki Ahmet’tik. Ben santrafor oynuyordum, diğer Ahmet ise orta sahaydı. O dönem bizi transfer etmek isteyen takımlar bizim ikimizi birlikte istediler. Mesela beraber Ankara’ya gitt.ik Şekerspor’la Gençlerbirliği ile görüşmek için. Ama ne olduysa diğer Ahmet vazgeçti. “Ben bir yere gitmeyeceğim İstanbul’dan” dedi ve İstanbulspor’a transfer oldu. Öyle olunca ben de Trabzon’a gittim. Trabzon’da çok iyiydim, top ayağıma geldiği zaman seyirci hop oturup hop kalkıyordu. Ahmet Suat da şakalaşmayı severdi ve takılacak adam arıyordu. “E biz öbür Ahmet’i alacaktık, seni sattılar bize” diye takılıyordu. “Sahtekar bizi nasıl kandırdın” diye şaka yapıyordu sürekli. Bu şakadan sonra bu lakap bende kaldı. Elazığ’a gittim, inşallah burada kimse bilmiyordur dedim, meğer orada da hemen duyulmuş! Suat abiye dedim ki “Bak hiç boşuna namaz kılma. Bana öyle bir lakap taktın ki öbür tarafta hesabını veremeyeceksin. ” Güldü, dedi ki “Her tarafta Ahmet var ama Sahtekar Ahmet hiçbir yerde yok, seni şöhret ettim daha ne istiyorsun” Onun ağzından laf eksik olmaz; işte o ‘sahtekar’ lakabı da beni bitirdi.
 
Ahmet Suat Hoca’dan konuştuk. Peki ya Özkan Sümer? Özkan Hoca’yla da yollarınız kesişmiş olmalı. Beraber oynadınız, değil mi?

Tabii. Onun artık son zamanlarıydı. Bizler ufaktık; onlar bizden yaşça büyük ve tecrübelilerdi. Şimdi yapıyorlar ya ortada top çevirme işi; biz de yapardık. Özkan abi, Güven abi, Çetin abi vardı, Ahmet Suat… Onlar çok cılızdı. Ortaya geçmemek için saymaya başlardık. 100 oldu mu ‘Yuh!’ sesleri yükselirdi. Özkan abi topu alamadı mı deli olurdu. Kızardı Özkan abi; Bir de hiç unutmuyorum; otobüsle deplasmanlara giderken, bazılarımız en arkada oturur, şarkı söylerdik. Özkan abi de bizimle beraber olmayı severdi. Bir maestro gibi karşımıza geçer; ellerini orkestra şefi edasıyla hareket ettirir ve bizi yönetirdi.
 
Hangi şarkıları söylerdiniz? Sürekli söylediğiniz bir şarkı var mıydı?

Türk Sanat Müziği’nden koro halinde söylenebilecek tüm şarkıları söylerdik. Hangisini çok severdik hatırlamıyorum; ama Özkan abi ‘İncecikten bir kar yağar, tozar Elif Elif diye’ şarkısını söylediğimizde çok kızardı; onu iyi hatırlıyorum!
 
Bu röportaj Trabzonspor Dergisi’nde yayınlanmıştır.

Röportaj: SEVECEN TUNÇ
 
Editör: TE Bilisim