Her toplumun zaman zaman yeni nesillere sunduğu rehber kişiler vardır. Bunlardan biri de şüphesiz İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’dur. Rehberlik özelliği taşıyan kişilerin en önemli görevi, milletin problemlerini teşhis edip, tedavi yollarını sunmaktır. Bu görevin bilincinde olan Akif, görevini şöyle ifade etmektedir:
“İşte dert, işte deva, bende ne var? Bir tebliğ!”
Toplumun derdini vurgulamak ve bu derdin çaresini ortaya koymak; yani tebliğ. İşte Akif’in görev anlayışı… Akif, bu tebliğ görevini fiilen Safahat’ta yerine getirir. Safahat, o dönemin büyük bir sanatkârlıkla açıklandığı bir sanat eseri olarak anılmayı hak etmektedir.
Akif’in en önemli sorunu “insan” dır. En önemli sorunu insan olan bir dava adamının, eğitimle yani terbiye ile ilgilenmemesi düşünülemez; eğitimin bütün sorunlarını teşhis edip çözüm yolları üretmeye çalışan Akif’in kendine özgü bir eğitim felsefesi vardır. Bu felsefe, Safahat’ta açık bir biçimde kendini gösterir. Safahat, Türk eğitim sistemi ve eğitimle ilgili amaçlarımızın ne olması gerektiğini ortaya koyarak, Akif’in tebliği görevini hakkıyla yerine getirmektedir. Gerçekte eğitimle edebiyat arasında sıkı bir ilişki olduğunu biliyoruz. Nitekim eğitimin bir tanımında; “İnsandaki çirkin ve istenmeyen davranışların değiştirilerek, yerine beğenilen, faydalı alışkanlıkların kazanılmasıdır” denilmektedir. Edebiyatın da; “insanı ahlâklı yapacak araç, söz ve yazı” anlamına geldiği düşünülürse, edebiyatla eğitimin birbiriyle ilişkisi daha iyi anlaşılır. Gerçekten de edebiyat eserlerinin büyük bir kısmının, insanlara ahlâk ve eğitim(terbiye) kazandırmak için yazıldığı bilinmektedir. Eğitimin ve edebiyatın uğraşı alanı “edeb ve terbiye” olduğu da akla getirilirse, konu daha bir açıklığa kavuşmuş olur.
Akif, yaşadığı dönemde, milletin en çok muhtaç olduğu birlik ve beraberliği tesis etme amacı ile edebiyat sanatını büyük bir maharetle kullanır. Sanatını milletin sorunlarını, dertlerini açıkça ortaya koymak için kullanan Akif, en önemli sorunumuz olan eğitime de değinmeyi milli bir görev kabul edecektir.
Akif’in eğitimle ilgili görüşleri, İslam’ın eğitim-öğretimle ilgili görüşlerinden esinlenir. Nitekim Akif, sanatını zaman zaman Kur’an ayetleri ile desteklemektedir. İşte onlardan biri:
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?
Olmaz ya… Tabii biri insan, biri hayvan!”
Bilenlerle bilmeyenlerin aynı olamayacağını Kur’an açıkça ifade ediyor. Akif’in bilime ve bilmeye verdiği değerin temel dayanağı budur. İnancının gerektirdiği bir anlayışla eğitim düşüncesini geliştirip, millete tebliğini buna göre yapmıştır.
Safahat eğitim durumumuzla ilgili teşhisi yaparken;
a)Cehaletimiz(bilimsel düzeyimiz),
b)Okullarımızın durumu,
c)Öğretmenlerimizin niteliği ve yetersizliği,
d)Milli eğitim durumumuz
 
konuları ayrı ayrı tanımlanır ve ortaya konurken, daha sonra da çözüm önerileri açıklanmaktadır.
Bilimsel durumumuzla ilgili şu hususların altı çizilmektedir:
“İlim de kalmadı.”
“Dünkü ilmin bile bigânesiyiz, cahiliz.”
Bütün dertlerimizin en temel kaynağı olarak “dert-i cehalet” gösterilmekte, milletin bu derde düşmesiyle, din ve namusunu çürütücü bir hal oluştuğunu haykırmaktadır:
“Ey dert-i cehalet sana düşmekle bu millet
Bir hale getirdin ki, ne din kaldı, ne namus!”
Bütün felaketlerimize sebep olan öğrenim durumumuz acıklıdır.
“Felaketin başı, hiç şüphe yok cehaletimiz.”
Akif, döneminde toplumun bir cehalet içinde yaşadığından şikâyet etmekte, bu cehaletin nelere mal olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. İnsanımızın cahilliği, onda ne din, ne dünyalık, ne namus bırakmıştır; bütün felaketlerin başı toplumun cahilliğidir. Cehaletle dinin bir arada bulunamayacağını vurgulayan Akif’e göre;
“Allah’tan utanmak da olur ilm ile.” diyor…
Akif’in eğitim ile ilgili görüşlerine daha sonraki yazılarda devam etmeyi düşünüyoruz…
Akif’in ölüm yıldönümünde O’nu rahmet ve minnetle anıyoruz…