12-24 yaş grubunun oluşturduğu bireyler genellikle “genç” olarak tanımlanır. Birey doğduğu anda aile içindeki kültürel yaşamın bir parçası olur ve doğduğu toplumun uyumlu bir üyesi olmaya hazırlanır. Doğduğu anda yalnız bir canlı olan insan yavrusu, içinde bulunduğu toplumun kültürünü yaşam biçimi haline getirip “insan” olacaktır. Çocukluk döneminde el bebek gül bebek olarak yetiştirilmeye çalışılan bu insan yavrusu, gençlik döneminde maalesef karmaşık bir hayat yaşamak zorunda kalmaktadır. Gerçekten de gençlik dönemi, insan hayatının en karmaşık dönemidir. Hızlı bir bedensel ve ruhsal gelişimin sürdüğü bu dönemde gençler kendilerini yalnızlaşmış hissederler. Otoriteden nefret ederler. Gelecekten ümitli değiller ve kötümserdirler. Sürekli kendilerinden daha iyi konumda olanları taklit etmenin derdini çekerler. Bu dönemde gençler kendilerine aşırı değer verir ve kimseyi beğenmezler. Bağımsız olmak da gençlerin en önemli özellikleri arasında sayılır. Gençler olgun bir insan gibi algılanmak isterler. Aslında bunun açık anlamı şudur: Gençler de herkes gibi “adam” yerine konmak isterler. Gençler çevreyi tanımadıkları için çevreyi hiçe saymaktadırlar. Otoriteye karşı gelmek ve saldırgan davranışlarda bulunmak, bu dönem neslin en belirgin özellikleri arasında görülmektedir. Bu dönemde gençler aileden bağımsız takılmadan hoşlanmaktadırlar. Bütün bu özellikler, gençlerin topluma uyum yapmasında önemli sorunlar ortaya çıkarmaktadır.
 
Peki, biz büyükler, gençlere nasıl yaklaşıyoruz? Çocuğunu elinden tutup ev oturmasına giden bir ebeveyn, çocuğunu ne kadar adam yerine koymaktadır? Ev oturmasına gidilen evdeki büyükler bu gence nasıl davranıyor? Ne gibi sorular soruyor? Klasikleşmiş sorular neredeyse bütün anne-babaların ortak sorularıdır. “Okula gidiyor musun? Kaça gidiyorsun? Derslerin nasıl? Okul iyi mi?” Vs… Bu sorulara muhatap olan genç kafasında şöyle sorularla büyüklere diş bilemeye devam edecektir. “Allah kahretsin. Bunlar da benim anne-babam gibi… Okul nasıl? Dersler nasıl? Bana “Sen nasılsın? Mutlu musun? diye soran bir büyüğe rastlayacak mıyım?” Gençler öncelikle kendilerinin mutluluğu ile ilgilidirler. Okul onların umurunda değil… Okulu gençlerin mutluluklarının önüne geçiren bir anlayış, onların karmaşa yaşamalarına katkı yapıyor demektir.
 
Okul çocuklarımızdan daha önemli değildir!.. Çocuklarımız da asla bizim yaşadığımız hayatı yaşamak zorunda değildir. Herkes kendi hayatını yaşar. Sakın çocuklarımız için yaşıyoruz anlayışını onlara hissettirmeyin. Çünkü çocuklarınız sizin hayatını yaşamaktan nefret ederler. Çocukları için yaşadığını söyleyen anne-babanın sık sık “Benim zamanımda” diye başlayan cümleler kurması kaçınılmazdır. Gençleri çileden çıkaran cümlelerin başında da bu ve benzeri cümleler gelmektedir. Böyle cümleler kurarak gençlere yaklaşmaya çalışan ebeveyn gençleri anlamada zorlanacak, belki de onları hiç anlayamayacaktır. Oysa gençlerin en önemli problemi “anlaşılamamak” tır!
 
Gençler zor bir dönemden geçiyorlar. Onlara anlayış göstermek biz büyüklerin sorumluluğundadır. Bizim anlayış göstermediğimiz bir ilişki biçiminde, onlardan anlayış beklemek boşuna bir beklenti olacaktır. Gençler öncelikle anlaşılmak istiyorlar. Anlaşıldıklarını anladıkları andan itibaren onlar da sizi anlamaya başlayacaktır. Anlaşamadığımız gençlerin hayatlarının gün geçtikçe kararacağını unutmamak gerekir…