Siz hiç, özellikle ‘nitelikli okul’ denen okulların görünen bir yerine asılan, bu yıl, öğrencilerinin yerleştiği bölümleri gösteren ilânlarda, “okulumuz bu yıl eğitim fakültelerine şu kadar öğrenci yerleştirdi” gibi bir ifade gördünüz mü? Göremezsiniz, çünkü öğretmenlik mesleği reklamı yapılacak bir meslek değildir! Bunun anlamı, öğretmenlik mesleği, herkesin yapabileceği, herkesin kolayca girebileceği bir meslektir; onun için reklama gerek yoktur.

Oysa okul demek, öğretmen demektir. Okulun diğer bütün unsurlarını mükemmelleştirebilirsiniz. Ama kaliteli öğretmen yetiştiremezseniz ve okulları kaliteli öğretmenlerle dolduramazsanız, okulun gerçek misyonunu yerine getirmesini bekleyemezsiniz.
 
Türkiye’de çocuğunu öğretmen yetiştirmek için çaba sarf eden bir elit(!) biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz, değil mi? Ama bu elitler, çocuklarını okula kaydederken, “iyi, kaliteli öğretmen” arıyorlar. Bu iş nasıl olacak? İyi, kaliteli öğrenciler prestijli ve bol kazançlı mesleğe yönelip gitmişler; öğretmenliğe, başka bir iş yapmaya fırsat bulamayan, ‘hiç olmazsa öğretmen olayım’ diyenler karar kılmışlar. İyi ve kaliteli gençlerin öğretmenliğe yönelmemesinin, ülkenin en temel sorunlarının başında geldiğini nasıl anlatmalıyız? Bu durum yıllardır anlatılmaya çalışılmasına rağmen, değişen bir şey yok. Nitekim 1964 yılında Prof. Dr. Mümtaz Turhan,  “Maarifimizin Ana Davaları ve Bazı Hal Çareleri” isimli kitabında da, “Öğretmenlik, herkes tarafından yapılabilen basit, kolay bir meslek olarak kabul edilmektedir” diyordu. Merhum Turhan’ın bu tespitine bugün aynen katılıyorsak, o zaman öğretmenlik mesleğine ilişkin bakış açımızda herhangi bir gelişmenin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kitabın başka bir yerinde de, “öğretmenliğin artık rağbet edilmeyen, mecbur kalınmadıkça başvurulmayan bir meslek haline geldiğine şüphe yoktur” ifadelerini okuyoruz.

Yazının girişinde sözü edilen ilanlarda, öğretmen yetiştiren kurumlara yer verilmemesi, 1964 yılında dikkatlere sunulan sorunun, bugün, aynı şekilde devam ettiğine işaret etmektedir. Öğretmenlik mesleğini yapılabilecek “en son meslek” olarak anlamak ve anlatmak, öğretmenlik mesleğinin itibarını yerlere düşürmekle eş anlamlıdır.

Oysa öğretmenlik mesleği, Türk kültüründe saygın bir meslek olarak değerlendirilmesine rağmen,  uzun bir süreden beri saygınlığı, ona yakışmayan bir düzeye gerilemiştir. Türk kültüründe eli öpülesi iki kişi var: Biri ana-baba, biri öğretmen. Buna karşılık öğretmenlikle ilgili uygulamalar dolayısıyla, öğretmenlik mesleği, kültürdeki değerinin çok altına gerilemiştir. Kültürümüzde saygın bir yere sahip olan öğretmenlik mesleği, bazı uygulamalar dolayısıyla değersizleşmiştir. Mesela, Türkiye’de meslekler içerisinde “vekilliği” olabilen iki meslek vardır: Biri imamlık, diğeri de öğretmenliktir. Günümüzde “vekil öğretmenlik” kaldırılmış, “vekil imamlık” uygulaması devam ettirilmektedir. Öğretmenliğin vekilliğinin kaldırılmış olması, öğretmenliğin prestiji bakımından iyi bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak bu kesinlikle yetmez. Öğretmenliği ‘istediğim mesleğe giremedim, bari öğretmen olayım’ modundan çıkarmadan, öğretmenlik mesleğine gerçek değerini kazandırmak mümkün olmayacaktır.

Öğretmenlik mesleğine gerçek değerini ve öğretmenlere de gerçek saygınlığını yeniden vermedikçe, eğitimin kaderi değişmeyecektir. Eğitim sisteminin temel unsuru olan öğretmenlik mesleğini yeniden ihya etmeden, ülkemizin geleceğini teminat altına almanın zor olduğunu nasıl anlatmalıyız? Unutulmamalı ki, kültürümüzde öğretmenlik mesleği ile ilgili yaşanmış tecrübeler, öğretmenlik mesleği ile ilgili yeni uygulamalara ışık tutacak değerdedir. Yeter ki kendi tecrübelerimizi bilimsel ve kültürel gerçeklere uygun olarak kullanmasını bilelim. Öğretmen yetiştirme sistemine yapılacak yeni düzenlemeler, ülke kalkınmasının en temel itici gücüdür. Bu gücü kullanmadan, öğretmenlik mesleğini yenileyip çağa ve kültürümüze uygun kurgulamamızın imkânsızlığı ortadadır.