Rum Devleti dediysek, bu alanda Türklerin yaşamadığı anlamına gelmiyor. Zira bu topraklarda o dönemde külliyetli bir Türk nüfusunun yaşadığı ve Türk kültürünün birçok alanda etkisini hissettirdiği biliniyor. Yani kimse, Türklere bu topraklara sonradan gelmiş muamelesi yapmasın. Ayrıca Kenan İnan’ın tespitlerine göre kıyının hemen gerisindeki bölgelerde ve yaylalarda Çepni Türkleri yaşamaktaydı.

Bundan sonrasını herkes bilir, fetihten sonra Trabzon, hızla Türk İslam şehri olma yolunda ilerlemiş, başka bölgelerden Müslüman nüfus bölgeye yerleştirilmiş, fetihten sonra 200 sene içerisinde bu gün bilinen 8 kilise camiye dönüştürülmüştür. Bunların dışında gayri Müslimlerin ibadet ve eğitim yerlerine dokunulmamıştır.

CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLEN VE HALEN AYAKTA OLAN KİLİSELER;

Panagia Chrysocephalos Kilisesi (Ortahisar Fatih Camii)

St. Eugenios Kilisesi (Yeni Cuma Camii)

Kemerkaya Şapeli (Kemerkaya Sarmaşıklı Camii)

St. Sophia Kilisesi ( Ayasofya Camii)

St. Andrea Kilisesi (Molla Siyah Camii)

Kindinar Mahallesi Şapeli (Bahçecik Fatih Küçük Camii)

St. Philip Kilisesi (Esentepe Kudrettin Camii) dir.

Kiliseden dönme Kemerkaya Yeni Camii

Bunların dışında Mumhane önünde kiliseden camiye çevrilip, bu yüzyılın başlarında yıkılan Karabaş Camiini sayabiliriz. Bu caminin Trabzon’un fethiyle Müslümanlığı seçen Trabzon Metropoliti tarafından camiye çevrildiği de söylenir.

RUM VE ERMENİLERLE BİRLİKTE GEÇEN YILLAR

Uzun yıllar Türkler, Trabzon’da Rum ve Ermeni nüfusla birlikte bazı mahallelerde karışık, bazı mahalleler de ayrı ayrı yaşamışlardır. Bu birlikte yaşayış, 1847 senesinde, Sultan Abdülmecid tarafından Bağdat’a kadar tetkik gezisine çıkarılan ikinci Mabeyinci Ragıb Bey’e refakat eden Doktor Feruhan Bey’in, seyahatnamesine şu şekilde yansımıştır;

“Rum mahalleleri Çömlekçi, Kanita, Frenk, Tuzluçeşme, Taşlık ve Kemerkaya adlarını taşır. Güneye düşen Ayafilipo Mahallesi ve Boztepe’nin doğu kısmı, Zeytinlik ve Cedidiye Mahalleleri sakinleri Türk ve Ermeni karışıktır. Sahilde, güney tarafa düşen Meydan, İskenderpaşa, Berberoğlu, Ayvasil Mahalleleri ile Hacıkasım ve Yenicuma Mahallelerinde Ermeni, Katolik, Rum ve az sayıda Türk oturur.”

Rum ve Ermenilerle birlikte yaşanılan asırlar boyunca, ecdadımızın onların kiliselerine ve eğitim kurumlarına yan gözle baktığı, herhangi bir taşkınlık yaptığı, yaşam tarzlarına müdahale edildiği görülmemiştir. 

Nitekim Kemerkaya’daki Rum Mektebi, Kurtuluş Savaşı’na kadar eğitim ve öğretimine devam etmiştir.  Öyle elli yüz talebenin okuduğu bir okuldan değil, 1700 Rum öğrencinin eğitim gördüğü muazzam bir eğitim kurumundan bahsediyoruz.

Hatta şehirdeki Türkçe olmayan yer adlarına bile son döneme kadar dokunulmamıştır. Ne kadar son dönem derseniz?

 Şehir merkezindeki mahalle ve yer adlarına 1937 senesine,  kırsaldaki Rumca ve Ermenice yerleşim adları ise 1959 yılına kadar değiştirilmemiştir.  Nitekim 11.05.1959 tarihli ve 7267 sayılı İl İdaresi Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile Türkçe olmayan köy adları, ancak o zaman değiştirilmiştir.

İlginç olan şu ki; 1959’a kadar ismi Rumca olan köylerin büyük bir çoğunluğu en az 17. Yüzyıldan beri İslam nüfus çoğunluğuna sahip olmalarına rağmen, o tarihe kadar isimlerinden rahatsızlık duyulmamıştır.

Sonra Ne oldu?

Ancak sonra bir “şey” olmuş ve bu durum ilerleyen yıllarda değişmiş, Rum ve Ermeniler Trabzon’dan ve diğer bölgelerden tehçir ve mübadele ile gönderilmiş, sonrasında Trabzon’da Rum ve Ermenilere ait birçok kilise ve bina yıkılmıştır. Şimdilerde internetin ve sosyal medya gruplarının yaygınlaşmasıyla, yıkılan bu yapılara ait resimler internette dolaşmakta, özellikle mimari olarak çok dikkat çeken bazı yapıların yıkılmasına bir anlam verilememektedir.

Bugün insanımıza “muhteşem gelen”  ve yıkılmasına bir anlam verilemeyen bu yapıların yıkılma öyküsünü, yıkıma götüren tarihsel ve zihinsel arka planını (yargılamadan) anlama çabası; bu yazının konusunu oluşturmaktadır.

Konu, mimari olarak çok dikkat çeken iki yapı üzerinden değerlendirilmeye ve anlaşılmaya çalışılacaktır. Yazıda, Trabzon Belediyesi’nin Meclis arşivi ve o dönemin şahitleri olan yerel basında çıkan yazı ve haberler, ağırlıklı kaynak olarak kullanılacaktır.

Vereceğimiz iki örnekten birisi,   bu gün yerinde Ziraat Bankası yapılmış olan Maraş Caddesi’ndeki Ermeni Çarhapan Kilisesi ve Kemerkaya’da ki Rum Metropolitlik Kilisesidir.

ÇARHAPAN KİLİSESİ

Şehrin en önemli mevkiinde bulunan Çarhapan Kilisesi hakkında aynı zamanda Trabzonlu Ermeni din adamı ve coğrafyacı Bıjışkyan, şu bilgileri verir;

“Çarhapan Kilisesi İsa’nın adına yapılmış, fakat yapıldığı vakit tepeden aşağıya düşen bir adam sapasağlam kalmış olduğu için Çarhapan, yani fenalığı engelleyen olarak adlandırılmıştır. Kilisenin uç mihrabı ve yüksek bir çan kulesi vardır. Mihrabın arka tarafındaki kitabeye göre kilise, Koca Şemsedli (Stepanos) tarafından 1431 senesinde yapılmıştır. Kilisenin önünde geniş bir mezarlık vardı, fakat bir kısmı İskender Paşa’nın açtırdığı yola verilmiştir. Kilise avlusunda, üzerinde haç şekilleri ve atlı bir azizin tasviri resmedilmiştir. Fakat bu esasen bozulmuş şekillerin içinde hiç bir yazı görmedik. Kilise yapılmadan önce burada ayin yapıldığıma göre, aynı şapel daha eski bir şey olsa gerek. “  

 Fakat ilginçtir, aslında görkemli bir yapı olan bu kilisenin önden tam cephe bir resmi bu güne kadar ortaya çıkmamıştır. Daha çok, binaların arasında yüksek çan kulesinin görüldüğü resimler internet sayfalarında dolaşmaktadır. Yıkım işlerinin nasıl yapıldığı dönemin basınında yer yer yayınlanmıştır. Mesela 1935 Tarihli Yeniyol Gazetesi’nde; “Nihayet yıkılıyor” başlığı altında şu bilgilere yer verilmiştir;

“Yıllardan beri gözlerimize batan, fakat yıkılıp kaldırılması değil, bir mesele olarak ele alınıp ciddi bir surette konuşuğu bile yapılmamış olan Maraş Caddesi’ndeki kilisenin, üstüvane ve mahrut şeklindeki tepeliğin, nihayet yıkılıp kaldırılması ve bu surette gözlerimizin ve gönüllerimizin daha ziyade tırmalanıp gitmekten kurtulması kararlaştırılarak derhal bu kararın tatbikine de geçildi” denilmiştir. 

O güne kadar ayakta durduğuna göre, kimsenin gözüne batmayan bu kilise,  yazının yayınlandığı 1935 senesinde, yazarın neden gözüne batmakta ve gönlünü tırmalamaktadır?

Anlaşıldığı kadarıyla yapılan işlem başarılı olunamadı ki, iki yıl sonra yani 1937 senesinde, “Ya tepeden, ya temelden” başlığı altında aynı gazetede konu, bu sefer şu şekilde işlenmiştir;

“Mahut binanın mahut külahı aylardır yukarıdan aşağı, sanki başını kaldırıp ona bakanlarla istihza eder gibi sırıtıp duruyor! Yalan değil ya, doğrusu bu işin; bu yabancı durum, bu sırıtkan çehre, hele Halkevi karşısında hiç çekilmiyor. Ve neden ayakta durmakta ve acı acı sırıtmaktadır. Tepeden aşağı edilemedi ise temelden de edilemez mi sanki?” denmiştir. 

Beş yüz yıldır Müslüman Türklerin hâkimiyeti altında bulunan bu binanın külahı,  1937 senesinde vatandaşa neden  “istihza eder ve acı acı sırıtır” gibi görünmektedir? Bu arada kilisenin külahlı tepesinin, ancak Nisan 1938 de yıkıldığını tespit ediyoruz.

ATATÜRK’ÜN İŞARETİ İLE ÇARHAPAN KİLİSESİ, TİYATRO SALONU OLDU

1939 yılına gelindiğinde kubbesi yıkılan bina, Halkevi tarafından sinema binası olarak düzenlenir. Atatürk’ün Trabzon’u ilk ziyaretlerinde, Halkevi’nin balkonundan karşıdaki eski kilise binasına bakarak; “İşte Trabzon’un sinema ve tiyatrosu” dediği de nakledilir. Ancak İl Genel Meclisi’nin konu ile ilgili ödenek koymasına ve keşif yaptırmasına rağmen bir ilerleme olmaz. Ta ki 1939 senesinde Refik Koraltan’ın Valiliği dönemine kadar.  Tadilattan geçirilen eski kilise binası 1 Şubat 1939 tarihinde Halkevi Sahnesi olarak açılmış ve Necip Fazıl Kısakürek tarafından yazılan “Tohum” piyesi ilk olarak oynanmıştır.

Bununla birlikte Belediye kayıtlarından bu binanın yıkılarak yerine 1950 yılında bugünkü Ziraat Bankası binasının yapıldığını tespit ediyoruz.

Şehrin yöneticileri ne düşünüyordu?

Dönemin yazarçizerlerinin bu bina hakkında ne düşündüğünü belirttik. Peki, şehri yönetenler farklı mı düşünüyordu? O dönemin Belediye Meclis Üyelerinin Meclis’te yaptıkları konuşmaları, dönemin insanının düşüncelerini yansıtması açısından dikkate değer buluyoruz;

Mesela Meclis Üyesi Turgut Tarbay;

“Trabzon’da ve diğer şehirlerde mevcut olup bizim milletimize ve milliyetimize ait olmayan tarihi eserlerin ele alınıp muhafazasına taraftar değilim, bu kabil eserler milletler arasında mütekabilen muhafaza olunabilirler, hâlbuki Balkanlar’da vesair Avrupa memleketlerinde Türk eserlerine kıymet verilmediğini ve İstanbul’un işgali sıralarında Ayasofya Camii için müstevli kumandanların yaptıkları hareketleri hatırlarsak;  milli hislerimizi rencide eden eserlere ihtiyacımız yoktur.” 

İbrahim Ertekin konuya daha farklı yaklaşır;

“Bir milletin izzeti nefsini rencide eden eserler, temsili eserlerdir. Tarihi eserler, tarihi kıymetleri ile yaşarlar. Bu nevi eserler seyyahların tetkiki için muhafaza edilmelidir”

Başkan Dr. Cemal Turfan;

“Şehrimizde muhafazası lüzum görülen eserler, maarif vekâleti mimarı Sedat Çetintaş tarafından tatbik edilerek raporu maarif vekâletine verildi ve bir sureti de bize gönderildi. Müstakbel plana ait program bu eser üzerinden yapıldı. Bu itibarla sahibi salahiyet olan bu Zat’ın tespit ettiği eserlerin muhafazası tabiidir” der.

Meclis üyesi Zühtü Evren’in ise konu ile ilgili verdiği örnek gerçekten şaşırtıcıdır;

“Ayvasıl Kilisesi milleti hayatta olmayan bir binadır. Bu kilise değil bir puthane olarak yapılmıştır. İsa devrinden evvel inşa olunduğu tarihlen sabittir. Dünyada o devirden kalma kimse yoktur. İstanbul’daki Ayasofya Camii belki yıkılabilir, fakat bu öyle değildir. Kıymeti tarihiyesi vardır ve muhafazası meşruttur [Şarta bağlıdır]” 

Şimdi dönemin şehrin yöneticilerinin görüşlerini özetleyelim ve yine soralım;

Başka kültürlere ait eserlerin korunmasında neden mütekabiliyet esası istenmiştir?

Beş yüz yıldır yerinde duran bu eserler,  şimdi neden milletimizin “milli vicdanını” ve “izzeti nefsini” rencide etmektedir?

Yarın konuya devam edeceğiz,

Fatih Erol

Editör: TE Bilisim