İstiklal Harbinin devam ettiği günlerde o dönemin Genelkurmay Başkanlığı, ordunun moralini yükseltecek bir marşa ihtiyaç olduğunu belirterek, uygun bir marş bulunması için yarışma tertip etmeye karar vermiştir.

Kazanana 500 lira para ödülü verileceği açıklanan  bu müsabakaya 700’ün üzerinde şiir başvursa da hiç biri beğenilmemiştir. O dönemde herkesin beklentisi Mehmet Akif’in bir marş yazması yönündeydi.

Oysa Akif, böyle bir müsabakaya girmeyi asla düşünmediğini belirtmiş ayrıca verilen para ödülünü ise asla kabul etmeyeceğini beyan etmiştir.

Duruma müdahale etme gereği duyan dönemin Maarif Vekili Hamdullah Suphi, Akif’in yakın arkadaşı Hasan Basri Bey ile görüşerek Akif’i, ikna etmesini rica etmiş, isteklerinin bir şekilde yerine getirileceği garantisini de vermiştir.

Gerekli sözü alan Hasan Basri Bey, Akif’i ikna etmek için harekete geçmiştir. Maarif Vekilinden gerekli sözü aldığını belirten Hasan Basri Bey, Akif’e dönerek “senin namına söz verdim” ifadesini kullanmıştır.

Hayatta ne olursa olsun sözünde durmayı kendisine prensip edinen Akif, daha önceki çekincelerinin de ortadan kaldırılacağı garantisini alınca marş yazmayı kabul etmiştir.

Marş yazma görevini kabul eden Akif, farklı bir ruh hali içine girmiştir. Marşı daha çok Ankara’da bulunan Taceddin Dergâhında kaleme alan Akif’in durumunu yakın arkadaşları, istiğrak (vecd) hali olarak tanımlamışlardır.

Gerçekten de Akif, arkadaşlarının da ifade ettiği gibi vecd halinde duygularını kâğıda dökmüştür. Bir gece aniden aklına bazı kelimelerin gelmesi üzerine karanlıkta odada kalem kâğıt bulamayınca, mangalda bulunan kömürlerle duvarı karalayan Akif’in bu vaziyeti etrafındakileri hayrete düşürmüştür.

Yaklaşık 10 gün boyunca adeta başka bir âlemde yaşayan, elinde kalem kâğıt sürekli bir şeyler karalayan Akif, nihayet şiirini bitirmiş ve gerekli makamlara sunmuştur.

Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey, Mecliste yaptığı konuşmada gelen şiirlerin hiç birinin beğenilmediğini ifade ettikten sonra Akif’in İstiklal Marşı’nı okumuş ve kendisinin bu marşı seçtiğini ilan etmiştir. Meclis de alkışlarla bu kararı onayladığını ortaya koymuştur.

12 Mart 1921 günü yapılan bu oturumun ardından İstiklal Marşı, milli marş olarak kabul edilmiştir.

Ömrü maddi zorluklar içinde geçen Mehmed Akif ise yarışmada ödül olarak koyulan parayı kabul etmeyerek hayır kurumlarına bağışlamıştır.

“Bu marş benim değildir artık millete mâl olmuştur” diyen Akif, Birinci TBMM’nin feshinin ardından ikinci meclise alınmamış, en yakın arkadaşı Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in ölümünün ardından gelişen süreçte memleketten ayrılmış ve Mısır’a gitmiştir.

Çok sevdiği vatanından ayrı yaşayan fakat mutsuz olan Akif, sağlığını da kaybetmiştir. Yurda dönen ve hasta olan Akif, 27 Aralık 1936’da hayatını kaybetmiştir.

Maalesef o dönemde İstiklal Şairimiz Akif’e cenaze töreni yapma gereği bile duyulmamıştır. Buna tepki koyan bir grup genç üniversite öğrencisi Akif’e tören yaparak cenazesini defnetmişlerdir.

Devrinin diğer şairleri İstanbul’da sefa sürerken kendisi maddi yokluk içinde bulunmasına rağmen Anadolu’ya geçen, köy köy, kasaba kasaba dolaşarak halkı Milli Mücadeleye çağıran ve bu vasfıyla İstiklal Harbimizin “manevi lideri” olan Akif, gerek vatanseverliği gerekse de karakter ve duruşuyla Türk gençliğinin örnek alması gereken bir şahsiyettir.