“Bizim zamanımızda çocuklar, anlayamadıklarını anne babalarına, dedelerine-ninelerine, dayılarına, amcalarına, ablalarına ağabeylerine sorarlardı…” Bu soru-cevap ilişkisi, kuşaklar arasındaki iletişimin kalitesini artırarak, her iki tarafın da mutluluğuna neden olurdu. Şimdilerde eski nesil o kadar meşgul(!) ki, yeni neslin sorularına cevap vermeye zamanı yok. Bundan dolayı da son çare olarak  “dijital dünya” yeni neslin imdadına yetişiveriyor. Dijital dünyanın fenomenleri, çocuk ve gençlerin annesi-babası, ninesi-dedesi, amcası-dayısı, ağabeyi, ablası ve öğretmeni oluverdi. Şimdi her şey bu dijital babadan soruluyor! Bu dijital baba, yeni nesille eski neslin arasını açtığı gibi, yeni neslin tüm çevresi ile de arasını açtı.

Yeni nesil, fıkraları bile artık internetten okuyor, ama gülmüyor; gülemiyor. Çünkü dijital ortam, insani olan melekelerin dumura uğramasına neden oldu. Yeni nesil gülmüyor, konuşmuyor; bağırıyor ve nara atıyor. Dijital nesil, söylemiyor, mesaj atıyor. Söz gönülden çıkar, mesajın ise gönülle hiç ilişkisi yoktur; parmaklardan çıkar!

Gülümseme sünnetini unuttuk, bir birimizin yüzüne gülümsemiyoruz; gülümseme taklidi yapıyoruz.

Gülme yerine kahkaha efekti kullanıyor, dijital nesil!

Git gide kendimizden uzaklaşıyor ve yabancılaşıyoruz.

Dijital nesil artık âşık olmuyor. Çünkü sanal dünyada aşk yaşanmaz. Aşkı unutan neslin geleceğinden umutlu olabilir miyiz?

Çocuklar sevilmek ister. Sevilme ihtiyacının ailede, okulda karşılanmadığını gören çocuğun imdatına dijital dünya yetişiyor. Çocuk orada “sanal sevgiyi(!)” yaşamaya çalışıyor. Ama bir sorun var: Çocuk sevilirken başının okşanmasını ister. Bu işi dijital dünyadaki fenomen nasıl yapacak? Dijital dünyanın izin verdiği bir sevgi(!), çocuklarımızı gerçek sevgiden ve sevilmekten uzaklaştırdı. Bu yüzdendir ki, çocuklar, anne-babalarına sarılmayı bilmiyorlar. Oysa psikiyatristlere göre insanın günde en az dört kez kucaklanmaya ihtiyacı vardır. Yıllarca kucaklanmayan bir çocuk, günün birinde öğretmeni tarafından kucaklandığında, “Bana o kadar içten sarıldın ki, ilk defa sevildiğimi anladım.” derken aslında bunu demek istiyordu. “Yıllarca dijital dünya ile iletişim kurdum, ama bana kimse sarılmadığı için sevildiğimi hissetmedim.” Çocuklar kucaklanmak, okşanmak ve sevilmek ister. Bütün bunları sanal dünyadaki fenomenler yapamıyor, yapmıyor. Öyleyse çocukları bu dijital dünyadan kurtarmak gerekir. Bunun bir yolu olmalı; vardır bir yolu.

Önce aileden başlayan bir hamle gerekir. Çocuklarımızla konuşmayı denemek, onlarla iki medeni insan gibi konuşmanın yolunu bulmak gerekir. Çocuklarla konuşmadan, onları dijital dünyanın o karanlık ortamından kurtarmak mümkün değildir. Sanal dünyaya terk ettiğimiz çocuklarımız, sanal dünyanın karanlık ilişkileri ile büyüyecek, ama gerçek hayatın bir büyüğü olma noktasında önemli sorunlar yaşayacaktır.

Yaşadığımız çağda aileler çocuklarını yetiştirme görevini internete ve dijital dünyanın diğer teknolojilerine bırakmış gibi görünüyor. Çocuklarımız internetin esiri olmuş gibi duruyor. Çocuklarımızı biz yetiştiremezsek, birileri gelir onları yetiştirir. Tabi ki birileri sizin istediğiniz gibi çocuk yetiştirip size vermez. Herkes görevini yapar, biz de görevimizi yapmak zorundayız.

Böyle giderse çocuklarımız “bağımlı” olarak hayata atılacak ve bu bağımlılıkla mutsuz bir ömür geçireceklerdir. Unutmayalım, bizim çocuklarımıza bırakabileceğimiz en güzel miras, iyi bir eğitimdir; iyi eğitimin içinde “dijital dünyaya esaret” asla yoktur