Düşmanımın Düşmanı Benim Dostumdur Ortaokul 5. Sınıftayım. Öğretmen “ Sınıf başkanını seçeceğim, kimler başkan olmak istiyor?” Diye sorunca şak diye parmağımı kaldırdım hevesle. Havada benden gayrı kalkan parmak görmeyince ” Başka isteyen var mı? “ Diy

Düşmanımın Düşmanı Benim Dostumdur Ortaokul 5. Sınıftayım. Öğretmen “ Sınıf başkanını seçeceğim, kimler başkan olmak istiyor?” Diye sorunca şak diye parmağımı kaldırdım hevesle. Havada benden gayrı kalkan parmak görmeyince ” Başka isteyen var mı? “ Diye tekrar sordu. Sınıfta sessizlik... Bir benim parmak havada. “Cuma günü seçim var, oylama yapıp sınıf başkanı seçilecek ona göre ekibinizi oluşturun” deyince hemen ekibimi oluşturdum. Trafik kolu, sağlık kolu, beslenme kolu, temizlik kolu, araç kolu bir de sınıf başkanı yardımcısı. Siyasi hayata geçişimin ilk hamlesi olan bu süreçte  iç güdüsel olarak en yakın ilişkiler içindeki olduğum arkadaşlarıma teklif götürdüm. Şekerimi, simidimi ve sırlarımı paylaştığım arkadaşlarıma. Fakat en önemli görevi saklı tuttum. Onu en sevdiğim arkadaşıma vermeliydim. Öyle de yaptım. Sıra arkadaşım Sinem... Sessiz, sakin, mülayim bir kız. Ben başkan sende benim yardımcım ol dedim... Şöyle bir baktı yüzüme “ Olmam “ dedi... Şaşırmıştım. Bir kaç kez ısrar ettim. “ Hayır, ben başkan yardımcısı olmak istemiyorum “ diyerek cevabını yineleyince daha da ısrar etmedim. Bulurum mutlaka başka birini diye, Cuma gününü beklemeye başladım. Arka sırada oturan Savaş diye bir çocuk var. Muhtarın oğlu! Babamın yurt dışından getirdiği kırtasiyelerimi arakladığı için çocuktan nefret ediyorum. Bununla da kalmıyor günlük harçlıklarımızı yürütüyordu simit parası, çay parası adı altında. Resmen minik cüsselileri haraca bağlamıştı. Hırsızlığını müdüre şikâyet ettiğim ve okulda hiyerarşisini bozduğum için o da benden nefret ediyordu. Aramızda korkunç bir soğuk savaş var. İri yarı ve yaşça benden büyük olduğu için tırsıyorum da. Günlerden Cuma... Öğretmen sordu teneffüsten sonra oylama yapacağız adaylar tahtaya kalksın. Aman birazdan başkan olacağım ya… Kendimden emin adımlarla kalktım gururla tahtaya. Kalktım da, o da nesi? Benim kalkmamla peşimden en yakın arkadaşım Sinem de kalkmasın mı tahtaya! O tahtaya kalktığında bir alkış bir kıyamet... Bizim iri Savaş ve ekibinde bir tezahürat, sanırsınız sınıf sınıf değil Ali Sami Yen Stadı! (Benim zamanımda orası vardı) Hayda ben şok! Kız benim en yakın arkadaşım! Savaş deseniz düşmanım! Peki, Bunlar ne ara kanka oldu? Hadi bu kız ne ara aday oldu? Peki, ben neden hiç duymadım? Ya bu tezahürat? Bizim sünepe Sinem bu tezahüratı ne ara sağladı. Çocuk aklımda boyumdan büyük sorular! Teneffüs zili çalınca birazdan kaybedeceğim seçimin yıkıntısıyla ne yapacağımı bilemedim. Topladım ekibi. “ Savaş kızlara gazoz dağıttı, erkeklere de sigara verdi” dedi Kızılay koluna seçtiğim arkadaşım. Düşman fena yerden gelmişti... En yakınımdan! Kaybetmiş görünüyordum. Her şey aleyhimeydi. Sınıfın içinde benim ruhumun duymadığı “ Derin bir sınıf “ vardı. Ve derin sınıfın başkanı Sinem’i işaret etmişti. Yıkılmıştım. Son bir " Laz kızı" edamla başım dik kâğıda kendi adımı yazdığımı hatırlıyorum. Yazdım attım kutuya. Derin başkan Savaşın hesaplayamadığı bir şey vardı, oylama gizli oylamaydı. Çocuk saflığı dayatmayla gelen adayı değil, yürekte ki adayı seçmişti. Kazanmıştım... Demem o ki, o zamanlar simit vardı, gazoz vardı, şeker vardı… Şimdi kaset var, rüşvet var, iftira var, kin var, nefret var, hırs var… Şu son 6 aydır duymadığımız siyasi terim kalmadı. Ve görmediğimiz oyun! Psikolojik harekâtların ardı arkası kesilmiyor. Sert geçişler bitmek bilmedi. Ayrışmalar, aşırı kutuplaşmaların hepimizi yorduğu kanaatindeyim. Bir sabah da huzurlu bir ülkeye uyanmak istiyorum. Ama yok! Devlet adeta bir arenaya dönmüş durumda. Eline mızrağını alan karşısındakine fırlatıyor. Eğer yara alıp düştüyseniz başınıza üşüşen sırtlanlar sizi anında yiyip bitiriyor. Yok, düşmediyseniz, ikinci saldırıyı bekleyin! Meclise bakıyorum, meclis meclislikten çıkmış. Önceden bir ciddiyeti vardı kurumun. Tamam, yumruk yumruğa kavga ederlerdi ama geçer giderdi. Şimdi işportacı dükkânı gibi eline çantasını alan kürsüde… En son bir vekil tren garı şefi kostümüyle şov yapmaktaydı. Sonrasında takip edemedim… Tren kalktı mı? Rüşvet yiyen kimse elbette ortaya çıkarılmalı. Ama yapılacak operasyondan başbakanın bile haberdar olmaması, tıpkı kendisinin de söylediği gibi,”Devlet içinde devlet” durumunu ortaya çıkarmakta. Eğer durum böyle ise… Devlet içinde var olan devletin başı kim? Devletin içinde ki devlet kimlerden oluşuyor? Kim bu insanlar? Hangi kurumlarda konuşlandılar? Devletin içindeki devletin merkezi neresi? Ne yapmak istiyor? Hayırlı bir iş yapmak istemedikleri muhakkak.  Amaçları nedir? Devletin kaynakları var… Peki devletin içindeki devlet kaynağını nereden temin ediyor? Ben nasıl anlayacağım karşıma çıkan insanın devlet mi, devletin içinde ki devletten mi olduğunu? Bizim mezarlıklarımız var. Peki ya onlar ölülerini nereye gömüyorlar? İş cılkından çıkmış durumda. Dengeler alt üst! Önceleri Ergenekon savcısı olma özelliğinden dolayı CHP tarafından topa tutulan Savcı Zekeriya Öz, şimdi adeta bir ilah olmuş durumda. Ha bu arada her şer de bir hayır vardır, içeriye atılan paşaların, gazetecilerin de sorumlusunun söylenildiği gibi Başbakan Tayyip Erdoğan olmadığını da dönen siyaset oyunlarından sonra öğrenmiş durumdayız artık. Bir de neyi öğrendik “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur”… Hafta da iki gün ABD büyükelçisi ile ülke menfaatlerini karşılıklı yemek yiyerek konuşan Kılıçdaroğlu’nu gördükten sonra… Amerika güzel memleket vesselam. Etkisinden kurtulamıyor insan! Siyaset işte… Ne olursa olsun, kim ne yaparsa yapsın, bu yapılanlarla kim ne kazanırsa kazansın ama unutulan bir şey var bu aralar… Daima sandıktan çıkan kazanır... (İnciden not: Şike süreci ile ilgili tek bir etkili konuşmasını hatırlamadığım, giderayak yazdığı veda mektubu ile edebi tarafını bize gösteren Hakan Şükür demiş ki “ Beni milletim seçti… Hadi ya!  Başbakan seni liste başına koymasaydı, rüyanda görürdün vekilliği!)

- - - -