Hiç kimse meslekî, siyasî, cinsel veya ideolojik seçimi nedeniyle baskı göremeyeceği gibi tam tersine; ayrıcalık talep etme hakkına da sahip değildir. Tarih boyunca saygınlık elde etmiş kimi meslek guruplarına ya da örneğin toplumsal sınıflara dâhil olmak hiç kimseye olması gerekenin üzerinde bir ayrıcalık / hoşgörü / özen talep etme hakkını vermez. Hiçbir ideoloji veya inanç, ona mensup olan kişi veya kişileri diğerlerinin üzerinde konumlandırmaz ve bu neden ile işlenilen suçun, sırf sol ya da sağ ideolojiye mensubiyet nedeniyle cezasız kalmasını sağlayamaz. Hiç kimse, mesleğinin ya da dâhil olduğu toplumsal sınıfın toplum gözündeki (ya da kalıplaşmış tarihsel anlatılardaki) saygınlığını mazeret göstererek kendini, hata ya da suçundan aklayamaz. Bu bağlamada; daha eğitimli, daha entelektüel veya daha liberal olmak bir kimseye,  suç işleme hakkı vermez. Bir insan, benimsediği ideoloji, iştirak ettiği meslek ya da kutsal inancı nedeniyle cezalandırılamayacağı gibi sırf bu neden ile masum da gösterilemez. Aynı şekilde bu kişilerin meslekî, cinsel ya da ideolojik tercihleri onları kayıtsız şartsız mağdur ve haklı göstermek için bir sebep olamaz.

*

Son zamanlarda laubali bir takım savunma tezleri geliştiriliyor şiddete karşı. Mesela, kadına karşı şiddet olgusunun bertaraf edilebilmesi adına; kadınların işlediği cinayetleri, kadının kocasını aldatmasını ya da sokak ortasında bir erkeği tekme tokat dövmesini -üstelik şehvetle- savunanların sayısında ürkütücü bir yükseliş göze çarpıyor. Şiddete şiddet ile karşılık vermek şüphesiz ki doğal bir tepki. Fakat bunun bir ilkeye dönüştürülmesi için özel gayret sarf etmek bana pek de doğal gelmiyor. Hele de böylesine gerginleşmiş bir ortamda şiddetin şu veya bu sebep ile olumlanması sahiden kaygı verici.

Artmakta olan herhangi bir şiddet türünü, ona karşı aynı muhtevayı taşıyan şiddeti geliştirerek / yaygınlaştırarak / alkışlayarak önleyebileceğini sananlar var mı sahiden de? Yoksa bu çığlıkları atanlar, bir çeşit kafes dövüşü fetişizmine falan mı tutuldular? Bu yöntemin, hem işlevsel olmadığı; yani mağdur olduğu düşünülen cinsiyet, ideoloji ya da sınıfı kurtarmayacağı hem de aslında saklı bir şiddet tutkusunu, gizli bir faşizmi ve fetişizmi hortlatacağını anlamak çok mu zor yoksa?

*

Bir süre önce, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, karısına karşı şiddet suçu işleyen erkeklerin, geçim sıkıntısı ya da iş yerinde yaşadığı baskı nedeniyle böyle tepkiler verebildiğini ve dolayısıyla insanların çalışma ve geçinme koşullarının iyileştirilmesi gerektiğini dile getirmişti. Ayşe Arman, -nedense yüzünü de izleyicilere dönerek!- “talihsiz” ve “korkunç” olarak yorumladı bu sözleri. Neden? Amaç kadına karşı şiddeti durdurmak değil mi? Bir sorunu çözmek için onun bütün sebeplerine göz atmak gerekmez mi? Karısını döven erkeklerin sahiden de iş yerinde ezilme, aşağılanma ya da hak ettiği ücreti alamama gibi dertleri yok mu? Bunlar bir insanın ruhsal sorunlar yaşamasına ve şiddete yönelmesine neden olamaz mı? Başka konularda kesin kaynak olarak tapınılan bilim de aynen böyle söylemiyor mu? Ne demeliydi Kılıçdaroğlu; “Gebertin kocalarınızı!”?

Şayet amaç bu şiddeti önlemek ise, örneğin bir reyting başarısı olarak görülen şu kahrolası yerli ve pembe dizilerdeki kadın modelinin de bu bağlamda ele alınmaması çok yazık. Zengin, emir veren, şehveti ve kurnazlığı kutsayan, aldatmaya meyilli, hatta aldattığı için işinde başarıya erişen bir kadın modelinin toplumsal bilinçte yaratacağı / yarattığı kırılma neden dikkate alınmıyor? Konuyu bu doğrultuda değerlendirecek en basit bir araştırma dahi örneğin 80’li ya da 90’lı yıllardaki aile içi şiddetin bugüne oranla çok daha az yaşandığını ve bunda, o yılların medya ve film ahlakının büyük etkisi olduğunu anlayabilecekken unvanlarını kapı ziline dahi yazdıran o sosyal bilimciler, ruh bilimciler veya kamuoyu araştırmacıları bu gerçeğin altını neden çizmiyor? Yoksa kadın-erkek ilişkilerini mide bulandırıcı bir seviyeye indirgeyen bu dizi furyasının iştah kabartan malî getirisi karşısında onların bilimsel otoritesi de mi çaresiz kalıyor?

O halde, “kesmeli, doğramalı” şiddet fantezilerinin artması şaşırtmamalı. Çünkü şiddet artık bir fanteziye dönüşmüştür ve az önce söz ettiğim ürkütücü yükselişin altındaki neden de kan görme arzusudur; kadını koruma dürtüsü değil!

Şiddet uygulamaya sevk eden toplumsal-ruhsal-ekonomik koşulları tartışmaktan kaçınmak (örneğin, erkeği, salt erkek olduğu için bir şiddet suçlusu konumuna indirgemek), altını çiziyorum; bir bakıma şiddetin nedensiz olduğunu öne sürmek, şiddetin psikolojisi olgusunu tek taraflı ele almaktan kaynaklı pek çok tehlikeli sonuca gebe bir yaklaşımdır. Sorunun giderilmesini değil büyümesini sağlar. Bu bağlamda karşı şiddeti yani intikamcılığı, cinsiyet ya da meslek ya da ideoloji nedeniyle doğru ve haklı kabul edenler (hatta zevkle teşvik edenler), yine altını çiziyorum; açık bir nefret ve şiddet suçu ortağıdırlar. Dahası da var, şiddet mağduru kadınların çığlığı zamanla önemsenmeyecektir bu yüzden. Şiddette bir pop-art dönemi dahi başlayacaktır. Sıkı durun!