Önce, “Erzurum çarşı pazar, leylim aman Sarı Gelin”türküsünü söyledi buğulu sesiyle.
Öyle bir söyledi ki, hiç tanımadığımız Sarı Gelin’i arar olduk boş sokaklarda , hani olur da köşeden çıkar belki gelir diye... Sonra “Kara Tren gecikir belki hiç gelmez” diyerek umutlarımızı yükletti bize, ardından el salladığımız boş tren vagonlarına...
Sonra...
Sonra siyasi bir çıkış yaparak -İktidardan yana- olduğunu gösterdi halka.
Yavuz Bingöl’dü o.
Sonra ne mi oldu?
Pek tabi yerden yere vuruldu muhalefeti destekleyen halk tarafından.
Adeta köşeden köşeye çalındı.
*******
Güldürmek zordur insanları.
O ise tek kişilik gösterileriyle gülmekten kırdı geçirdi ortalığı.
Filmleri, unutulmayan sözleri... Hep bir numaraydı.
Hiç bir şey yapmadan öylece duruşu bile yetiyordu bazen insanı gülümsetmeye.
Cem Yılmaz desem...
Derken iktidar karşıtı olduğunu gösterdi halka.
Sonra...
Sonra, o da yerden yere vuruldu iktidar yanlıları tarafından.
Köşeden köşeye çalındı adeta!
 
Ve siyasette gelinen bu tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük öyle bir hal aldı ki...
Geldiğimiz nokta...
 
Senin doğrun
Benim doğrum
 
Senin askerin
Benim askerim
 
Senin sanatçın
Benim sanatçım
 
Senin gençliğin
Benim gençliğim
 
Senin belediyen
Benim belediyem
 
Senin tecavüzcün
Benim tecavüzcüm
 
Senin depremin
Benim depremin
 
Senin siyasetçin
Benim siyasetçim
 
Senin zamların
Benim zamlarım
 
Senin çalışanın
Benim çalışanım
 
Senin dinin
Benim dinim
 
Senin eğitimcin
Benim eğitimcin
 
Senin medyan
Benim medyam
 
Senin suçlun
Benim suçlum
 
Senin ağacın
Benim ağacım
 
Senin ataların
Benim atalarım
 
Senin gazetecin
Benim gazetecim
 
Senin bayramın
Benim bayramım
 
Senin sorunun
Benim sorunum...
 
Hal böyle olunca düşünüyor insan. Yaşımın ve aklımın yettiği geçmişi düşünüyorum.
“Nice siyasetçiler vardı bu ülkede “ diyorum kendi kendime...
Uğurlarına ölünen nice siyasetçi.
Sağcı,solcu,ülkücü,muhafazakar tanımlamalarını isimlerinin başlarına ekleyerek peşinden kitleleri sürükleyen nice siyasetçi...
Hani neredeler? Diye soruyorum...
Peki ya uğurlarına sönen ocaklar!
Değdi mi? Diyorum...
Değmedi elbet!
Değmez de!
Acılar, kayıplar unutulmaz ama, uğurlarına ölünen o siyasetçilerin bir çoğu çoktan unutuldu!
Gençler bir çoğunun adını dahi bilmiyor!
Ve 20 yıl sonra hatırlanmayacaklar bile!
 
Nefeslerimizin sayılı olduğu, -zaman- denilen nankör bir kavramla donatılan gelir-geçer bu dünyada, ne yazık ki siyasilerin modası geçmiş demeçlerini, tavırlarını, davranışlarını hayatlarının merkezine koyarak dostluğu, arkadaşlığı, komşuluğu umursamayarak -sadece kendi fikirlerinin önemli olduğunu- savunan ve bizim de buna inanmamızı bekleyen insanlar ne yazık ki her yanımızı sarmış durumda.
Dinlemeden, saygı duymadan sürekli kendi fikirlerinin doğru olduğunu savunan, karşı geldiğinizde kızıp, bağırıp, çağıran, -ben- diyerek en yüksek tondan konuşan, sırf kendisi gibi düşünmediği için her türlü hakaret etme özgürlüğünü kendinde bulan -fikir zorbalarıyla - hayatı paylaşmak elbette yoruyor insanı.
Fakat işin kötüsü kimse yorgun olduğunu farkında değil!
Siyasiler bile...