Onunla yol arkadaşlığımız hoş oluyor.
Uyumlu adamdır.
Ama arada bir beni tavlada yenmese...
Lakin o kadarı kadı kızında da oluyorsa artık mesela yok demektir.

İlk uğrak yerimiz Giresun oldu.
Ben Giresunluları severim.
Bir yıl huzur içinde çalıştığım,
Hatta bu gezideki yol arkadaşım Fuat Beyle aynı evi paylaştığım o bir yıl gerçekten de güzeldi.
*
Sevgili Ali Öztürk ve Eşi Selma kardeşimizle bir süre lafladık.
Kahvelerini içtik.
Geçmişi yad ettik.
Ancak Eşi Selma Hanım hastaydı...
*
Umutlu olma çabası,
Hayata tutunma gayreti,
Arada bir kısılan gözleriyle karamsarlığa dönüşüyor gibiydi.
Kendisine şifalar diliyoruz...

ORGİ Havaalanında “koyunlar otluyordu” desem yalan olurdu.
Ama personelin araçlarından başka bir şey göremedik etrafta. Yani uçak falan.
Kocaman tesisi.
"Sırf biz de isteriz" mantığı ile rantabl olmayan bir yatırım.
Ne yapalım bizde para çok(!)
Şimdi bir benzeri Rize/Artvin arasına yapılacak.
Hatta daha da büyükçesi...
*
Evet, OGS ile denetlenen Ordu'dan geçmek adeta bir cehennem.
Yaklaşık 50 metre arayla yaya geçitleri...
Küçük küçük kavşaklar.
Özellikle uzun yola çıkan yolcuları perişan etti...
*
Tabi hız ihlalinde işin bir de cezai müeyyidesi de var ki.
Brütüs'ün hançeri gibi...
*
Özellikle Bolaman'dan gidelim dedik.
Doğrusu çok da iyi ettik.
Maharetli bir kasapta ve nefis bir doğa eşliğinde mangal keyfi yaptık.
E, bilirsiniz,
İnsanın karnı doyunca keyfi de katlanıyor...

Ardından Samsuna vardık.
Her zaman olduğu gibi bu sefer de Öğretmen Evinde kaldık.
Şansımız vardı ki, son odayı biz kaptık.
Ancak, hemen yakınındaki okulun bahçesini artık otopark olarak kullandırmadıklarından aracımızı Öğretmen evine daha uzakta olan Belediyeye ait bir otoparka bırakarak eşyalarımızı güçbela Öğretmen Evine taşıyabildik.
*
Tabi Çiftlik caddesini gezmeden görmeden olmazdı.
O gençlerin sokak müziklerini dinlemeden olmazdı...
*
Ertesi gün Samsunlu,
Kardeşim kadar sevdiğim Tarık Erdoğan'ı aradım.
O cenazeye biz Sinop'a gidiyorduk.

Giderken Gerze'de balık yiyecektik.
Bir balık restoranın girişinde garson sigara içiyordu.
"Ola ne yapayisun?
Ölmek istiysan öldireyim seni ben" dedim.
Beraber güldük.
"Abi boş ver ben kendi kendime ölürüm dedi."
Bir daha güldük.
*
Güldük ama balık yiyemeden çıktık.
Deniz balıkları küçük,
Çiftlik balıkları vardı.
Yoldaşım Fuat Küçükle rotayı Sinop'a kırdık bu sefer.

Sinop felaket kalabalıktı.
Girişteki ana caddeyi tek yöne çevirmişler.
Yolun yarısını oturma alanı ve restoranlara tahsis etmişler.
*
Eh fena da olmamış yani.
Ancak dedim ya kent nüfusunu 10’a katlamış,
Otoparklar bile ağzına kadar doluydu.
Ve biz acıkmıştık.
Ve burada da balık yoktu.
Yani yenecek büyüklükte balık yoktu.
Av yasağı vardı.
Adana'da tercik kıldık.
Yedik ve beğenmedik.

Derken Tarık Erdoğan aradı.
"Geliyoruz, yerimizi ayırt" dedik.
Tekrar aradı "İşlem tamam, bekliyorum." dedi.
*
Uzun zamandır görüşemediğim,
Sürekli davetini ertelediğim kardeşim Tarık Erdoğan ve eşi
Gülay ve
Oğlu Talay'ı evlerinde ziyaret ettik.
Kahvelerini içtik.
Geçmişi yad ettik.
Kolay değil 32 yıl gerilerde dolaştık.
Günümüz hallerini konuştuk.
*
Ve sonra Gülay Kardeşimize ve oğlu Talay'a veda ederken,
Tarık'ın teklifiyle ilk defa Atakum sahilini gezdik.
Yaklaşık 20 kilometre uzunluğunda cennet bir sahil.

Hani Sinop'ta Adana yemiştik de beğenmemiştik ya,
Diyarbakırlı bir esnafa gittik bu sefer.
Yedik Adana'nın hasını.
Gecenin ilerleyen saatlerine kadar sohbetimizi yaptık.
Ama zaman su gibi akıyor...
Kardeşimizi evine uğurlarken,
Atakum'daki PTT Eğitim Merkezinin adeta 5 yıldızlı mekanında uykuya daldık.
Gerek güvenlik görevlileri ve gerekse diğer personel yaklaşımlarıyla harikaydılar...
*
Ertesi gün yine anlık kararlarla Amasya/Tokat ziyaretini uygun gördük.
Giderken kavak Mevkiinde Taka 61 restoranda kahvaltımızı yaptık.
Oradan Amasya'ya geçtik.
*
Amasya görmediğim 13 yıl içerisinde çok gelişti.
Eski harabe binalarını yenilendi.
Turizm anlayışı baya gelişti.
Ve kentte turist yoğunluğu fark edilmekteydi.

Tabi malum Amasya şehzadeler şehri.
Ferhat şehri.
Kral Mezarlarının şehri.
Tarihi konaklar,
Köprüler şehri.
Küçük sevimli ve önemli bir şehir Amasya...
*
Amasya'dan sonra tabi ki bağlık, yeşillik anlamına gelen Tokat görülmeliydi.
Derken Tarık arıyordu,
"Abi Ballıca mağarasını mutlaka görün."
Tavsiye yerindeydi ama bu fukaraların görmediği ne kalmıştı ki hayatta paradan başka...
*
Yolda genç bir polis sağa çek işareti yaptı.
Camı indirdim,
"Memurbey, radara mı girdik" dedim.
Polis, "Hayır, sadece ehliyet lütfen" dedi.
Haydi bul da ver.
Cüzdanda kartlar...
Kartlar...
Ama vermem gereken o ehliyet yok.
Polis bekliyor...
Fuat Küçük Torpido gözünü bakıyor ve ikimiz bir ehliyeti polise veremedik.
Bizden umudunu kesen polis,
Adımı soya adımı sordu ve gitti,
Döndüğünde “evet efendim, ehliyetiniz varmış...
Artık aramanıza gerek yok.
Ha bu arada ben Trabzonlu değilim ama Bordo/mavi hastasıyım”
*
Türk polisi başkadır.
Hele Trabzonsporluysa.
Hele böyle kibarsa,
Adamdır adaaam! diye şakalaşarak yola koyulduk.
Bir kilometre gittik ki, Fuat Küçük,
Torpidoda bulduğu ehliyet bana uzattı.

Şimdi dön geri o Polis kardeşimize ehliyeti göster.
Neyse dedik,
Devam ettik.
*
Tokat'ı da sıla-i rahim eyledik,
Faruk Pektaş'ı gördük.
Tokat'ta yükselen devasa binaları gördük.
Tokat'ta görmeyeli gelişmişti...
*
Gittikçe gidiyoruz...
Ama hızımız kesemiyorduk.
Yine ani ve ortak bir kararla, Akkuş üzerinden Ünye'ye yöneldik.
Biz bu geçitlerden çok geçmiştik.
Ama araç sürerek ilk defa geçtik.
Doğrusu virajlardan yorulmuştum...
Son akşamımızı Ünye’de geçirip sabahleyin evlerin yolunu tuttuk. Dedim ya adeta kaçarak gittim koşarak geldim Şehr-i Trabzon’a.