Türk polis teşkilâtı çok köklü bir tarihe ve yapıya sahiptir. 1845 tarihi, Türk Emniyet Teşkilatı açısından önemli bir zamandır. Çünkü bu tarihe kadar zabıta olarak nitelenen teşkilat; 10 Nisan 1845 (12 Rebiü’l Evvel 1261)’den itibaren polis adı altında hayata geçmiş ve Emniyet Teşkilatının kuruluş günü olarak kabul edilmiştir. Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasından sonra, başkentte ve eyaletlerde zabıta hizmetleri eskisiyle kıyaslanmayacak derecede gelişmesine rağmen; bu hizmetler karışık ve ayrı ayrı kurumlara bağlı olarak yürütülmekteydi. Teşkilat ve yürütme alanındaki bu karışıklığı ortadan kaldırmak amacıyla ilk defa 10 Nisan 1845’te İstanbul’da ilk polis teşkilatı kurulmuş, görevleri de yine aynı tarihte yayımlanan Polis Nizamnamesi’nde belirtilmiştir. Bu yıl polis teşkilâtının kuruluşunun 161. yıldönümünü kutluyoruz.
 
Polisler yaşanan hayatın tam ortasındadırlar. Onun için her yaptıkları görülür ve gündem oluşturur. Hemen her gün televizyonlarımızda polislerimizin yaşadıkları sıkıntılara şahit oluyoruz. Olay olan her yerde onların olması bu mesleğin tabiatı gereğidir. Onun için nereden bakarsan bak bu meslek risk ve tehlikelerle doludur.
 
Güvenlik görevlileri sabırlı, anlayışlı ve sakin olmak mecburiyetindedir. Baruta ateşle gitmek faciaya davetiye çıkarmaktır. Yaşanan hadiseler soğukkanlılığın olayları yatıştırmada ve önlemedeki rolünün ne kadar hayatî bir tavır olduğunu göstermiştir. Polisler halkın güvenliği için vardır. Bütün meseleleri de kimseyi incitmeden, tabir caizse kimsenin burnunun kanamasına sebep olmadan huzuru ve asayişi sağlamaktır. Fakat etki tepki kuralı gereği bazen istenmeyen sahneler yaşanabilmektedir. Fakat bu sahnelerin müsebbibi polis değildir. Çünkü polisin derdi olayları büyütmek değil, aksine hadiseler büyümeden yatıştırmaktır. Fakat bu her zaman sanıldığı kadar kolay olmuyor. Olay çıkaranlar mukavemet edince istenmeyen sahneler ortaya çıkabiliyor. Bu da kişileri, suçlu arama arayışına sürüklüyor. Polisin takınması gereken tavır konusunda Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Feyzullah Arslan bir yazısında şöyle diyor:
 
“Polisin her türlü siyasal düşüncenin üstünde ayni suçu isleyen herkese yasaların gerektirdiği adil davranışı göstermesi oldukça önemlidir. Yasaların uygulanmasında polis, anlayışlı olmalı ve ahlak ilkelerinden ayrılmamalıdır. Bu sadece kendi başına olan bir amaç değil, insanlara; ırk, felsefi inanç, din ve sosyal statülerine göre ayırım yapmadan eşit davranışın da bir aracıdır. İşte insan hakları alanındaki yasaların polisin davranış ve faaliyetleri ile ilgili olarak getirdiği asgari zorunluluk budur. Murat Yıldız’ın yüksek lisans tezinde bu konuya şu yaklaşımlarda bulunuluyor:
 
Polis, yasalara saygılı olma ve yasaları uygulama, diğer yandan insan haklarını koruma eylemleri arasında bir çelişki olduğu izlenimine kapılmaktadır. Polis, demokratik düzenin gerçek temelinin hukuka saygılı olma ilkesi olduğunu tam olarak kavramalıdır. Bu ilke hem halk hem de polis için geçerlidir. Eğer polis, kendisini yasanın dışında ve üstünde görür, yasaları dikkate almama alışkanlığı edinirse, halkın güvenini ve saygısını kaybeder, görevini yaparken de onun desteğinden yoksun kalır. Eğitimde öncelikle hukukun üstünlüğü işlenmeli, vurgulanmalı ve yerleştirilmelidir. Yasaları koruma için görev yapan polis, hiç kimsenin yasaların üstünde olmadığını önce kendisi bilmeli, uygulamalı ve herkesten çok önem vermelidir. Hiç kimse yasaların gösterdiği haller dışında özgürlüğünden yoksun bırakılmamalıdır. Temel özgürlüklere yasalara uygun bir engel konulsa bile, insanlık dışı davranışa karşı yine yasanın korumasından faydalanma hakkı bulunmaktadır. Yasalara aykırı davranan polisler de yasaların öngördüğü yaptırımlarla sınırlıdır.”
Ülkemizde yaşanan toplumsal çatışmalar polisimizin soğukkanlı tavrı neticesinde büyümeden önlenebiliyor. Fakat olay çıkaranlar eylemlerinde ısrarcı olunca istenmeyen görüntüler de yaşanabiliyor. Çünkü polisi bir düşman gibi gören ve eline geçirdiği her cismi ona fırlatan kişilere polis gül atacak değil ya!... Keşke taş atana gül atabilsek; fakat bu hem yaşananlarla bağdaşmıyor, hem de caydırıcı olmuyor.
 
Türkiye’de kendini en çok yenileyen kurumlardan birisi de polis teşkilâtımızdır. Fakat mesleğe yeni başlamış bir kısım heyecanlı polis memurlarının yaptığı kişisel hatalar fazlaca büyütülmemelidir. Bunlar hangi kurumda yaşanmıyor ki?... Bu güzide kurumu yıpratmak, bindiğimiz dalı kesmekten farksızdır.
 
Polisle halk her zaman kenetlenmelidir. Bu gerçekleştiği müddetçe suçlular kısa zamanda yakalanacak ve adalet yerini bulacaktır. Halk suçluları saklarsa, polise yeterli bilgi vermezse, destek olmazsa güvenlik sekteye uğramış olur. Görevli polisler yine de suçlulara ulaşır ama zaman kaybı olur; süreç uzar. “Geciken adalet adalet değildir.” anlayışı gereği, adaleti tez zamanda sağlamalıyız. Bunun için de halkın polise yardım etmesi çok mühimdir. Polis bizim güven kaynağımızdır. Onların varlığı huzur sebebimizdir.
 
Bir an için polislerimizin olmadığını farz edelim. Hayat nasıl karmakarışık bir hâl alırdı. Şehirler eşkıyalara, trafik magandalara kalırdı. Stadyumlarda top yerine futbolcular havada uçuşurdu. Olaylar durdurak bilmez, kan oluk oluk akardı. Mevcut trafik kazalarına yüzlercesi eklenirdi. Güçlü güçsüzü ezer, herkes kendi hakkını kendisi almaya kalkardır. Böyle bir toplumda kavgalara bulaşmadan, yaralanmadan ve ölmeden akşam etmek mucize olurdu. Onun için hayatımızı düzene koyan ve suç makineleri için caydırıcı bir özellik taşıyan emniyet güçlerimize olan şükran borcumuzu manen ödeyelim; yaşanan hadiselere tarafsız bir gözle bakıp onları suçlamak yerine haklarını teslim edelim. Polislerimizin bu anlamlı günlerini kutluyor, milletimiz adına onlara şükran duygularımı iletiyorum.