Şana Taka Kütüphane bahçesinde Sonbahar işleriyle uğraşıyordum. Kıbrıs şeklindeki havuzun üstünü örten çarkıfelekle güller arasındaki üzüm asmalarını temizliyor… Kokarca yüzünden güverteye dökülen çürümüş ekmek ayvalarını topluyordum. Köpeğimiz Pamuk, havuz kenarındaki ördeğin peşinden koşturduğu sırada…

Dur Pamuk, yapma Pamuk” diye güya onu uyarırken…

Haber dalga dalga yayıldı tepelere doğru…

Önce sosyal medyaya düştü, ardından da hoparlöre…

Vefat ettiği haberiyle sarsılmıştık.

Anlatılanlara bakılırsa sabahleyin Şana'da buluşmak üzere arkadaşlarıyla sözleşmişlerdi.

Herkes uyanmış fakat Adil Aga o sabah uyanmamıştı.

***

Kapısı önünde akan dağ suyu vardı.

Kaburga Suyu” diyorlardı adına ve özellikle sıcak yaz günlerinde imdada yetişiyordu.

Ben de birkaç kez kapları doldurmuş, kahvesini içmiş, sohbet etmiştim.

Dedikleri kadar varmış.

İkramı çok seviyordu, hizmet etmeyi de...

Kime sorsam “Adil Aga’yı nasıl anlatabilirim ki” diyordu.

İki yıl önceydi...

Anjelika türü eriğin dalları kırılacak gibi olduğu günlerde…

Anneler Günü’nde…

Eşiyle birlikte kütüphanedeki kutlama öncesi bahçede dolaşırken…

Bundan bir fidan istiyorum.

Dalından daldırırım” demiş ve hemen not etmiştim bir kenara.

Aklına yazsan unutuyordun çünkü.

***

Yaz ortasında yine uğramıştı.

Dedesi Hakkı Ağa zamanından kalma süt makinesi verandadaydı ve bir süre onunla ilgilendi.

Belli ki eskilere gitti, yayla günlerine…

Güverteyi dolaştık, havuz kenarındayken…

Erik” deyiverdi birden.

Tam da yanındaydık, saksıyı gösterdim, yanındaki kekikleri de…

Kışa doğru bahçendedir inşallah.”

İnşallah” dedi.

***

Cenazesine giderken bu saksıyı da götürmek istedim.

Bir torbanın içindeydi ve ben, zaman konusunda kararsızdım.

Şimdi mi yoksa daha sonra mı?”

Yol boyunca “keşke yanıma alsaydım” diye söylensem de ertelemiştim bir kere.

Oysa şimdi o sözler bana, son arzusu gibi gelmişti ve defnedilirken “yanına yakınına dikmeliydim” diye de düşünmeden edemedim.

Kekik de çok güzel olurdu, erik de…

***

Şana, Şana olalı böyle bir cenaze görmemişti.

Araç kuyruğu ta aşağılara kadar uzamıştı.

Daha şimdiden yol kapanmak üzereydi, Adil Aga için varsın olsundu çünkü çok seveni vardı bu kıyılarda. Eski dostları gördüm, konuşacağımız şeyler belliydi ve hemen herkes ondan bahsediyordu.

Önünde saf tuttuğumuzda birazdan sonsuz vedanın başlayacağından emindik.

Hocanın uyarısı ise hiç şaşırtmadı...

Biraz daha yaklaşın, biraz daha… Tabutun içinde olmadıktan sonra sorun yok.”

Bir kez daha anladık ki kara mizah bizim ruhumuza işlemiş, cenazede bile onsuz yapamıyoruz.

***

Dönüş yolunda kafam karmakarışıktı.

Bekleyen işler düştü aklıma, yazılar…

Hafta sonu için köşe yazım hazır gibi olmasına rağmen bir rüzgâr esti sanki…

Bir bulut geldi her şeyin üstünü örtüverdi, “Adil Aga” yazdı.

Her ölüm erkendir, her ölüm sızlatır içimizi ve bize insan olduğumuzu hatırlatır bir kez daha…

Şana Taka Kütüphaneye döndüğümde kapı önündeki torbanın içinde beni bekliyordu erik fidanı…

Yarın ilk işim onu Adil Aga’nın mezarına götürmek” diye söylendim.

Kim bilir, mezarının üstünde yükselirken yıl yıl…

Belki de dallarına kuş konardı kış gibi…

Ruhun şad, mekânın cennet olsun Adil Aga.