Tarsus da  bir imam, 12 yaşındaki kız çocuğunu bir depoya götürüp istismar ediyor.  Aile ve davaya katılan avukatlar sapığın tutuklanmasını talep etse de mahkeme tutuklama talebini red ederek suçlu serbest bırakılıyor.
 
İzmir Torbalı Atatürk Ilkokulu ana sınıfı öğrencisi miinik yavru, fenalaşıp hastaneye kaldırılıyor. Bitkin haldeki çocuğa yapılan muayenede vücudunun çeşitli yerlerinde darp ve yanık izlerinin olduğu ortaya çıkıyor. Yapılan araştırmada çocuğun öz annesi tarafından aç bırakılarak eziyete tabi tutulduğu öğreniliyor…
Maalesef küçük yavru kurtarılamadı.
 
22 yaşında ki zihinsel engelli S.Ş, 5 sapık tarafından tecavüze uğruyor. Genç kız tecavüz  esnasında (engelinden ötürü) bağırmadığı için tecavüzcüleri beraat ediyor.
 
11 yaşında ki Zeynep, öz teyze oğlu ve onun arkadaşları tarafından defalarca tecavüz ediip başı taş ile ezilerek acımasızca katlediliyor…
 
Bir imam…
Bir öz anne…
Bir akraba…
Bir kaç eş dost…
 
En yakınızda, en güvendiğiniz, en iyi sandığınız insanlar…
 
Masum bir çocuğa annesi bu korkunç vahşeti yaşatırsa…
Akraba akrabayı taşla ezerek öldürürse…
Kutsal bir görev icra eden imam, çocuğu istismar ederse…
Eş-dost ırza geçerse…
Ve adalet, tüm bunlara sessiz kalırsa… O adalet ki hakimlerden, savcılardan oluşuyorsa…
 
Eskiden kapı önünde oynayan çocukların kaçırılmasından korkardık.
Sonra, çocukların kaybolmasından korkar olduk.
Sonra, çocukların kaybolup tecavüze uğramalarından korkar olduk.
Şimdi, çocukların tecavüz edilip öldürülmelerinden korkuyoruz.
 
İnsanların kapılarını bile kilitlemeden uyudukları zamanlardan, küçük çocuğunuzu sevmeleri için dahi kimselerin kucağına vermediğimiz bu günlere gelmek gerçekten çok üzücü.
Kimsenin kimseye güvenmediği…
Herkesin herkesten korktuğu…
Annenin bile yavrusuna hiç acımadan kıydığı böyle bir devre tanık olmak berbat bir duygu!
 
Hele hele, elde adalet terazisi bulunan bazı hukukçuların, asla anlayamadığım ve anlayamayacağım bir şekilde, toplumda infial yaratacak türde verdiği kararlar!
 
Neler oluyor?
 
Çocuktum… O zamanlar Mavi Marmara Feribotu Trabzon-İstanbul arasında hem yolcu hem araç taşıyarak seyir halinde olur, Çarşamba akşamı Trabzon limanından kalkan feribot Cuma öğlen saatlerinde İstanbul’a vararak yolculuk sona ererdi.
Yine bir seyahat esnasında Sinop açıklarında fırtınaya yakalanarak, sabah varmamız gereken mesafeyi akşama doğru almıştık.
Fırtına esnasında biz Türk yolcular resmen etrafa saçılıp, yatak döşek  kamaralarımızdan bile çıkamazken, yabancı turistler elde bira,şarap kadehleri hiç bir şey yokmuş gibi etrafta dolaşmaları hala gözümün önündedir.
Bizler rüzgardan, o dev gibi dalgalardan korku halinde tir tir titrerken, turistlerin o umursamaz halleri oldukça şaşırtıcıydı.
Ama bu defa, hafta başı içinde 1300 yolcusuyla makine arızasından dolayı dümeni kilitlenerek  denizin ortasında dalgalar arasında bata çıka sürüklenen Norveç bandıralı yolcu gemisindeki yolcuların yine hiç bir şey yokmuş gibi oturup etrafı seyredişlerini görünce şaşırmadım.
 
Çünkü artık nedenini biliyorum. Adamlar, küçüklüklerinden beri okullarında, iş yerlerinde Health and safety (sağlık ve güvenlik) eğitimi aldıkları için acil durumlarda nasıl davranacaklarını biliyorlar.
 
Biz mi?
Allah’a emanet.