Yönetim biliminde ortaya çıkan yeni yaklaşımlardan biri de “Toplam Kalite Yönetimi” yaklaşımıdır. Bu yaklaşım Türk Eğitim Sisteminde de kabul görmüş ve sistemin mevzuatı içinde yer almıştır. Ancak bu yaklaşım, belli bir zaman sonra sadece “dosyası” bulunan diğer rutin işlerden biri haline gelmiştir.
 
Toplam Kalite Yönetimi yaklaşımı, Türk Eğitim Sisteminde çok önemli bir değişim ve dönüşüm rüzgârı estirmeye başlamıştı. Bu sayede eğitim uygulamaları yeni bir yaklaşımla uygulanmaya başlanmış ve uygulamadaki öğretmen ve yöneticiler toplu halde bir eğitim sürecinden geçme ihtiyacı ortaya çıkmıştı. Bu süreç, statükoya ağır gelmişti. Öyle ya, koskoca müdürler ve yılların öğretmenleri, öğrenci gibi öğrenme etkinliği içerisine girmişti; bu o kadar kolay kabul edilecek bir durum değildi. Öyleyse hemen bu yaklaşımın bir yabancı istilası olduğu inancı ortalığı kaplamalıydı. Nitekim bu yaklaşımın kültürümüzden kaynaklanan bir yaklaşım olmayıp, ABD’nin bir dayatması olduğu fikri ortalığa salınmış ve kısa bir süre sonra bu yaklaşım da rafa kaldırılmıştı. Evet, şu anda Türk Eğitim Sisteminde TKY uygulamaları mevzuat bakımından zorunlu bir uygulama olarak ortada duruyor, ama uygulamada bu uygulamanın geçerli olmadığına ilişkin yaygın bir kanaat olduğu gözlenmektedir.
 
Peki, TKY anlayışı gerçekten kültürümüzle ilgili bir anlayış mı idi? Yoksa ABD ve AB dayatması bir yaklaşım mı idi?
 
Bu soruların cevabını vermeden önce TKY ne anlama geliyor? Onu anlamaya çalışmak gerekir. Yapılan işin kaliteli olmasını öne çıkaran bir yaklaşım olan TKY’de işlerin formalite gereği değil, işlevsel olarak yapılmasının önemli olduğuna vurgu yapılmaktadır. Eğitimde ne kadar öğrenci yetiştirdiğinizden daha önemlisi, ne nitelikte öğrenci yetiştirdiğiniz önemlidir. Üniversite mezunu sayımızın çok olması mı önemli? Yoksa mezun olan üniversitelilerimizin işleri ile ilgili nitelikli eleman olmaları mı? Diploma mı önemli, diploma sahibi kişinin diplomasının gerektirdiği işi kaliteli bir biçimde yerine getirmesi mi? Bu soruların cevabını nitelikten yana “evet” diyerek veren kişilerin TKY’ye karşı çıkması anlamlı olabilir mi?
 
Eğitimde TKY, yapılan eğitim işlerinin işlevsel olmasını istemekle ilgili bir yaklaşımdır. Herhangi bir mal alırken kaliteyi öne çıkaran kişinin eğitim talebi içinde bulunurken, kaliteyi öne çıkarmaması nasıl düşünülebilir? Kim çocuğunu kaliteli bir eğitime değil, kalitesiz eğitime teslim etmek ister? Kaldı ki, TKY kültürümüzün birçok unsuru ile uyuşmaktadır. “Gönülsüz yenilen aş, ya karın ağrıtır, ya baş!” atasözü, TKY’de var olan, “Gönlünü işine katmayan bir çalışanın, yaptığı işin kaliteli olması mümkün değildir” anlayışı ile örtüşmektedir. “Bir elin nesi var? İki elin sesi var!” atasözü de TKY yaklaşımı ile tamamen örtüşmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak bu günkü yazının çerçevesini daha çok genişletmemek için örnekleri burada bitirmekte yarar vardır. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için son noktayı bir fıkra ile koyalım:
 
Hayvanlar kendi aralarında konuşurken, birbirlerine şu soruyu sorarlar: “Sen yılda kaç yavru doğurursun?” Fare, “Ben 8 yavru yaparım,” demiş. Kedi de, “Ben de 6 yavru yaparım,” demiş. Sıra aslana gelmiş. Aslan da “Ben 1 yavru doğururum, ama ben aslan doğururum” demiş!.. Evet 30 tane fare doğurmaktansa, 1 tane aslan doğurmak daha iyi değil mi? Mezun ettiğimiz öğrencilerin sayısı değil, niteliği önemli olmalıdır. Elbette nitelikle çok sayıda öğrenci mezun etmek daha iyi olabilir. Ama sayısal endişelerle nitelikten taviz vermemek gerektiğini düşünüyorum.
Türk Eğitiminin, ulusla arası arenada hatırı sayılır bir düzeye gelmesi, onun kaliteli olup olmaması ile doğrudan ilişkilidir. Yaptığımız işin kaliteli olmasına dikkat etmemizin, ABD ya da AB dayatmaları ile hiçbir ilgisi yoktur. Her türlü dayatmaya karşı durmak onurlu bir davranıştır, ama her yeniliği bir dayatma olarak değerlendirmek akıl kârı olmasa gerektir. Gözümüzü kapatarak vazife yapmaya son vererek, gözümüzü açıp nitelikli iş çıkarmaya çalışmak, işimizi adam gibi yapmak anlamına gelecektir. Sizce de öyle değil mi?