Millet olarak bugüne kadar okumayı bir türlü ihtiyaç olarak göremedik. Öte yandan özellikle ülkemizde uykusu kaçan insanların sırf kaçan uykularını geri getirebilmek ve uyuyabilmek için kitap okumaları (buna ne kadar okuma denirse!) bir başka tuhaflığımızdır. Oysa okumak şuurlu bir eylemdir. Kanaatim odur ki kitap sayfalarında ilerleyen insan; cephede düşman karşısında savaşan asker kadar bilinçli, ciddi ve uyanık olmalıdır.

           

Bilinçli okuyucu okuduğu kitabın yazarının her söylediğini kabul eden (tabi olan), ona şartsız teslim olan kişi değil, yeri gelince gıyabında da olsa onunla cedelleşendir.

           

Çocukların ve gençlerin hangi yaşlarda hangi kitapları okuyacağı hususunda öğretmenler ve ebeveynler yönlendirici olmalıdır. Fakat bunu yaparken nezaketen de olsa çocuğun görüşüne de başvurulmalıdır. Bu konuda yapılacak dayatmalar bireyi okumaktan soğutur. Bu hususta da ilmî ve pedagojik ilkeleri göz ardı etmemeliyiz.

           

Nasıl ki henüz dişleri bile çıkmamış körpe bir bebeğe (pirzola) et veremezsek yetişkinlik çağındaki delikanlıya da mama veremezsek; öyle de ilkokul çağındaki çocuğa onun zihnî olgunluğuyla uyuşmayan romanlar (meselâ Tanpınar’ın Huzur romanı), hikâyeler, ilmî eserler okutamayız, okutmamalıyız. Bunu tersinden de düşünmek mümkündür. Bu minvalde bir lise talebesine Kemalettin Tuğcu romanları okutmak da yersiz ve zamansızdır. Bütün bunlar da gösteriyor ki okuma eyleminde yaşın ve zihnî olgunluğun önemi büyüktür.

           

Okuduğumuz kitaplar şahsiyetimizin şekillenmesinde adeta bir heykeltıraş (yontucu) vazifesi görürler. Onun içindir ki çocuklarımıza okutacağımız kitaplar onları millî kültüründen, dininden (kutsallarından) ve medeniyet değerlerinden uzaklaştırmamalıdır. Yetişkinlik çağındaki çocukların konuştukları kişilerden ve okudukları kitaplardan etkilenmeleri büyüklerden çok daha kolay ve tesirlidir.  Hoşgörü, demokrasi ve insan hakları yaftasıyla çocuklarımızın zihinlerinin kirlenmesine ve elimizden kaymasına müsaade etmemeliyiz. Kişiyi Kur’an-ı Kerim’in ahkâmından ve hadislerin kutlu çizgisinden uzaklaştıracak kitaplar kezzap kadar yakıcı ve tehlikelidir. Zira bu tarz kitaplar zihnimizi ifsat eder, aklımızı bulandırır, idrâklerimizi çoraklaştırır, ruhumuzu karartır.

           

Doğru zamanlarda doğru şeyler okumak, okuyan insanın bilgili (kültürlü) ve zihni açık (uyanık) olmasını sağlar. Doğru düşünmek, güzel konuşmak (muhatabını usandırmadan az sözle çok şey anlatmak) ve etkili bir üslûpla yazabilmek şüphesiz ki okumaktan geçer.

           

Kitaplar dünle bugün, bugünle yarın arasında kurulan sağlam kültür ve medeniyet köprüleridir. Kitaplar sayesinde dünün bilgileri bugüne, bugünün bilgileri de yarına aktarılır. Böylece bilgilerin zâyi olmasının önüne geçilir.  Dilleri ve kültürleri benzer veya farklı olan milletler de çeviri kitaplar marifetiyle birbirlerini yakından tanırlar, zihinlerinde ördükleri devasa önyargı duvarlarını ortadan kaldırarak belki de severler.  Tüm bunların da ötesinde birbirlerinden istifade ederler. Böylece bütün zamanlar ve nesiller arasında bütünleşme sağlanır. Bu da bu çağda çok ihtiyacımız olan barışa, dostluğa ve kardeşliğe hizmet eder.

           

Kitap okumak zihnî melekeleri kemâle erdirir. İdrâkleri berraklaştırır. Mantıklı düşünme ve anlama (muhakeme) kabiliyetini artırır. Duyguları alabildiğine olgunlaştırarak sezgi gücünü artırır. En çetrefil meseleleri çözme konusunda bile acziyeti giderir.

           

İnsanların kelime hazinelerinin zenginliği onların duygu ve düşüncelerini keskinleştirir. Yeni kelimeler de ancak çok okuyarak elde edilir. Okurken bunun pek farkına varmasak da bu, pratikteki konuşma ve yazma eylemlerimize yansır. Çok okuyan insanların saatlerce konuşmalarına rağmen tekrara düşmemesi bundandır. Sözü sevgi ve muhabbete banıp her dem yeni ve güzel şeyler söyleyenler de çevrelerindeki insanlar tarafından sevilir.