TÜRK-İSLÂM ÂLEMİNİN KANAYAN YARASIDIR DOĞU TÜRKİSTAN
 
Çin'in Doğu Türkistan'a saldırılarının ve tahakkümünün tarihî bir hayli eskidir. İlk istilâ ve sızma teşebbüsleri 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar inmektedir. Bu durum uzun süre devam etmiş, Çin 1949'da Doğu Türkistan'ı işgal etmiştir. Bir Türk yurdu olan Doğu Türkistan 1955’te resmî olarak Çin’in “Şincan Uygur Otonom Bölgesi” ilân edilmiştir.
 
Büyük zenginlikleri üzerinde barındıran Doğu Türkistan'ın yönetimi hiçbir zaman Doğu Türkistanlılara bırakılmamıştır. Uygur Türklerinin devlet kurma girişimleri olmuşsa da buna dair teşebbüs ve gayretler olgunlaşamadan derdest edilmiştir. Bu kapsamda 12 Kasım 1933'te Hoca Niyaz Hacı önderliğinde kurulmuş olan Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti, 1934'te Rus-Çin müşterek saldırısı sonucunda yıkılmıştır. Bunun akabinde on sene sonra Doğu Türkistanlıların yeni bir devlet kurma teşebbüsü olmuş, Ali Han Töre liderliğinde 12 Kasım 1944’te Doğu Türkistan Cumhuriyeti kurulmuş; fakat bu devlet de sadece beş yıl ayakta kalabilmiş, 1949 yılında Çin rejimi tarafından ortadan kaldırılmıştır. Doğu Türkistanlıların daha bunun gibi birçok kez devlet kurma ve mevcut yönetime isyan girişimleri oldu. Her özgürlük teşebbüsü Çin tarafından şiddetle engellendi. Çin'in orantısız gücü ve şiddeti karşısında dünya hep sessiz kaldı. Bu da yetmezmiş gibi, Çin’i kendisine rakip gören Rusya, Uygurlar söz konusu olduğunda Çin’i hep destekledi. 1990, 1995 ve 1999 yıllarında haklarını korumak için harekete geçen kardeşlerimiz acımasızca katledildi. 
 
Doğu Türkistan bütün engellere rağmen var olma mücadelesinin remzidir. Filistin'le birlikte İslâm dünyasının en mağdur ve en mazlum coğrafyasıdır. Türk-İslâm âleminin kanayan ve acısı hiç dinmeyen yarasıdır Doğu Türkistan. Bu yaradan akan kan, başta Müslüman yurtlar olmak üzere, tüm coğrafyalara bulaşmış bulunmaktadır.
 
Çin'in zalim yöneticileri Kaşgar’da, Urumçi’de, Turpan’da ve Hoten’de her gün işkencelerini artırmakta, zulümde sınır tanımamaktadır. Bugün Doğu Türkistan, kelimenin tam anlamıyla kızıl kıyameti yaşıyor dersek yeridir. Bu mahzun coğrafyada yaşayan 35 milyon Uygur Türk'ü sadece Müslüman oldukları için insanlık dışı muamelelere maruz kalıyor. Aileler çil yavrusu gibi dağıtılıyor, birbirinden koparılıyor. Kadın erkek, yaşlı genç demeden Uygur kökenli insanlar kamplarda işkence görüyor. İnsanlık can çekişiyor.
 
İnsanlıktan nasibini almayan komünist ve bir o kadar da emperyalist Çin, egemenliği altında yaşayan mazlum ve mağdur Doğu Türkistanlılara yönelik keyfî gözaltı ve tutuklama, işkence, yargısız infaz ve idam, zorunlu kürtaj, kısırlaştırma, zorunlu göç, din eğitimi ve ibadet yasağı, kamu hizmetlerinden yararlanmanın kısıtlanması, AIDS gibi öldürücü ve bulaşıcı hastalıkların yaygınlaştırılması, insanları zorunlu/ucuz işçi olarak çalıştırma, çalıştırmak üzere göç ettirme, seyahat ve hareket özgürlüğünü kısıtlama, haberleşme ve iletişimin engellenmesi gibi her türlü rezilliği reva görmektedir. Fakat bu acı hakikatlerden pek çok kimsenin haberi yoktur. Çünkü Çin pek çok konuda ser verip sır vermeyen, adeta kapalı bir kutudur. Bu kutuyu açmak ve yaşanan acıları dünyaya ilân etmek biz Müslümanların insanlık görevidir. Bunu ne kadar yaptık? Onların dertleriyle ne kadar dertlendik? Bu sorular bir kıymık gibi pörsüyen vicdanlara batmaktadır.
 
İnsanlıktan nasibini almayan komünist Çin, dün olduğu gibi bugün de, Uygur Türklerini dünyanın gözü önünde ısrarla ve planlı bir şekilde imha ve soykırıma tabi tutmaktadır. Bir milyonu aşkın Uygur Türk'ü toplama kamplarında kültürel asimilasyondan geçirilmektedir. Son olarak aralarında meşhur profesörlerin, şairlerin, yazarların, akademisyenlerin ve gazetecilerin de bulunduğu 150’den fazla isim gözaltına alınmıştır. Bu kişilerin akıbetleri bilinmemektedir. Fakat çoğunun hapiste, tecrit ve ikna odalarında olduğu, buralarda fiziksel ve ruhsal işkenceler gördükleri tahmin edilmektedir.
 
Zalim Çin yönetimi özgürlük yanlılarına ve Çin'in menfaatlerine karşı olan Uygur Türklerine yaşama hakkı tanımamaktadır. Uygur halkını uyandıran ve onlara hürriyet şuuru aşılayanlar Çin devleti tarafından yok edilmesi gereken düşmanlar olarak bellenmektedir. Onlar her yerde takip edilmekte ve cezalandırılmaktadır. Halkının yanında olan ve Çin'e boyun eğmeyenler ölüme mahkûm edilmektedir. Bunlar arasında yer alan Doğu Türkistan’ın önde gelen din âlimlerinden Urumçi İslâm Enstitüsü eski Rektörü ve Kur’an-ı Kerim’in mealini ilk kez tercüme eden Muhammed Salih Damollam’dan sonra ünlü Uygur tıp doktoru Prof. Dr. Halmurat Gafur’un da bu sebeple katledildiği haberi bizleri derinden üzmüştür.
 
Zalim Çin yöneticileri Uygur Türklerinin çoğalmaması için ellerinden geleni yapmaktadır. Bu çerçevede Uygurlu kadınların çocuk doğurmasına engel olunmakta, birçoğu kürtaja zorlanmaktadır. İnsanlık fukaraları, bu zulmü doğum yapanların bebeklerini öldürmeye kadar vardırmaktadır. Böylece Uygur Türklerinin çoğalmasının önüne geçtiklerini sanmaktadırlar. Bütün bunlar bireysel eylemler olarak değil, kelimenin tam anlamıyla devlet terörü şeklinde gerçekleştirilmektedir. Oysa bu hain ve vahşi eylemler Uygurların mücadele azmini bilemektedir. Geride kalanlar, ölenlerin intikamını almak için ant içmektedir.