Günlerce süren savaşın ardından Mısır’ın kazanılması Pers imparatoru Kambis’e kâfi gelmemişti. Kudretini göstermek, mağlup Mısır Kralı Kısamelutu’yu aşağılamak ve rencide etmek için huzuruna çağırttı ve birazdan olacakları dikkatle izlemesini istedi.

Savaş meydanına hakim otağının önünden önce muzaffer Pers ordusunun asker ve komutanları gövde gösterisi yaparak gururlu bir şekilde geçtiler. Ardından mağlup Mısır ordusunun asker ve komutanları başları önde ıstıraplı ve bitkin bir şekilde geçtiler. Mısır Kralı gururundan ya da soğukkanlılığından olsa gerek hiç bir tepki vermeden askerlerinin perişan şekilde önünden geçişini sessizce izledi.

Mısır kralı esir alınmış karısının, oğlunun, kızının da geçişini aynı sakinlikte izledi. Ordusu, askerleri komutanları ailesi sanki onun değilmiş gibi kılı kıpırdamadan olup biteni sadece izlemişti.

Otağın önünden geçenlerin en sonunda Kralın hizmetçisi de vardı. Kral, hizmetçisini görünce feryat figan kendini yerlerden yere atarak üstünü başını parçalamaya başladı. Pers İmparatoru, Mısır Kralının bu aciz durumunu görünce bir yandan memnun olmuş ama diğer taraftan da hayretler içinde kalmıştı. Durumu anlamak için Krala sormadan edemedi.

“Ordunu, eşini, kızını, oğlunu, her şeyini kaybetmiş bir Kral olarak tüm soğukkanlılığını korudun da; maiyetindeki en değersiz kişinin, hizmetçinin perişanlığını gördüğünde neden böylesine yıkıldın”

Kral “en değersiz şeyimi de kaybedince her şeyimi kaybettiğimi anladım” demiş.

Rahmetli Cemil Meriç’in anlattığı bu hikâye, kaybetmenin hüznünü bir hizmetçide bulmamızı sağlayan ironik bir derinlik sunar.

Neleri kaybetmiyoruz ki? İnsanı, eşyayı, mevcut durumu ve en başta zamanı kaybediyoruz, tüketiyoruz.

Her ne kadar zamanı ileri doğru yaşıyor olsak da her birimiz saatlerin durdurulamadığı bir geri sayımın içinde yol alıyor.

Zaman aktıkça, vakit tükendikçe kazanıyor muyuz yoksa kaybediyor muyuz? Kimbilir belki de kazanırken kaybediyoruz ya da kaybederken kazanıyoruz.

Hayat muhasebesinde herşeyin mutlak bir rakamsal karşılığı yoktur. Rakamlarla ifade edemediğimiz kazançlar ve kayıplar vardır.

İnsanoğlu için sahip olduğu şeyleri kaybettiğinde yaşadığı hüznün rakamsal büyüklüğünden ziyade bıraktığı izler daha yıkıcı olur.

Bir dakikasına dahi hükmedemediğimiz şu fani hayatta sıradan şeylerin kaybına duyulan üzüntü manadan, ruhtan ve konudan sapmaya ve dolayısıyla bir ömrü heba etmeye neden olabilmektedir.

Kimine ailesi, sevdikleri, dostları, arkadaşları kimine göre de itibar, statü, para, ev, araba, şan, şöhret ya da her neyse.

Kaybettiğinde “kayıp eşya kutusunda” asla bulamayacağın şeyler senin en kıymetlindir.

Kaybettiğimizde bulabileceklerimiz cüzdandır, anahtarlıktır, saattir ya da yerine bir şekilde koyabileceklerimizdir.

Ya yerine koyamadıklarımız.

Rahmetli Neşet Ertaş gibi “bilemedim kadrini kıymetini hata benim günah benim suç benim” dememeniz dileğiyle…