Konuşurken, kendinden referans verirken, kendini tanıtırken vatan, millet, Sakarya, Allah, Peygamber muhabbetine giren klavye yiğitliği yapan, her olayda kefen giyeceğini söyleyip kefenin cebinden başka bir şey düşünmeyen hiç kimseye ama hiç kimseye inanmıyorum. Ve asla samimi bulmuyorum.

Neden mi?

Çünkü, dilleri başka konuşuyor, elleri bambaşka!

Yürekleri mi? O gücün durumuna göre...

Bir siyasetçi ile tartışma proğramına çıktıysanız, hele hele ki muhalif taraftaysanız ve sorularınıza cevap almak istiyorsanız öncelikle o kişinin kafa haritasını çıkarmanız gerekiyor. Siyasilerde özellikle gelişmiş olan ad hominem reaksiyon özelliğini ve ayrık mantığı iyi bilmezseniz ve bu çizgiden gitmezseniz ne kadar uğraşırsanız uğraşın, mümkün değil sorularınıza cevap alamazsınız.

Kısaca; çok çalışmanız gerekiyor... Çok!

Hatırlarsanız Covid başladığında Çin’den ürkünç görüntüler servis ediliyordu.

Ortalık yerde insanlar patır kütür yerlere düşüyor, hoplaya titreye ölüyorlardı.

Ne korkmuştuk!

Hatta benim bile ödüm patlamıştı!

Sahi nerde bu titrekler?

Ne oldu da patır patır yol ortası ölmeleri sona erdi?

Kabul edelim çok güzel senaryoydu.

Güzel korkuttular bizi...

Bu yazıyı Orhangazi Köprüsünün üzerinden geçerken yazıyorum. Denizin üstü Deniz Salyası ile kaplı. Her yer köpük köpük. Şu ahir ömrümde ilk defa karşılaştığım bu manzara karşısında çok üzgünüm.

Denizin dibinde kirlilikten deniz bitkisi kalmadı, balık kalmadı, okyanuslarda Mercan Resifleri bitmek üzere, doğal denge ha kayboldu ha kaybolacak...

Bu kadar ilgisizliğe,umursamazlığa ve kire denizin temiz kalması mucizeydi.

Anlayacağınız olması gerekeni yaşıyoruz.

Ya da yaşamamamız gerekeni..