6-7 Eylül 1955 olayları sosyolojik, tarihsel ve siyasi yönleri ve yol açtığı sonuçlar bakımından yakın tarihimize damga vuran gelişmelerden biridir.

6-7 Eylül Olaylarının hemen öncesinde Türkiye, artık Kıbrıs meselesine müdahil olmuş ve bu nedenle Türk-Yunan ilişkileri Milli Mücadele’den beri ilk kez gerginleşmişti. Oysa 1950’lilerin ilk günlerinde ABD’nin, desteklediği bu iki ülke arasından adeta su sızmıyordu.

Dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Kıbrıs’tan gelen haberleri ilk anda önemsemiyor, Yunanistan ile Türkiye’nin arasını açacağı düşüncesiyle Kıbrıs meselesinden uzak duruyor, gelişmelere kulaklarını tıkıyordu.

Fakat 1955 yılına gelindiğinde Kıbrıs’ta soydaşlarımıza yapılan baskılar artınca Başbakan Menderes, düzenlediği bir basın toplantısıyla adeta gürlemiş ve Kıbrıs’ın sahipsiz olmadığını ifade etmiştir.

İşte bu andan itibaren Yunanistan ile Türkiye’nin arasındaki siyasi tansiyon yükselmeye başlamıştır. ENOSİS uğruna Kıbrıs’taki baskı ve zulmü destekleyen Yunan Hükümeti ile adadaki soydaşlarının hukukunu korumak isteyen Türkiye’nin arasını bulmak için ABD ve İngiltere araya girmiş ve arabuluculuk rolünü üstlenmiştir.

Bu arada ülke içinde Kıbrıs Meselesini gündemde tutmak ve farkındalık oluşturmak amacıyla 1954 yılında Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti kurulmuş, İstanbul’da ve diğer büyük şehirlerde çalışmalar yürütülmüştür. Cemiyet dönemin Başbakanı Adnan Menderes tarafından da destek görmüştür.

Kıbrıs Türklerinin yaşadığı zorluklar, siyasi gerilim ve uluslararası diplomasi çabalarının yoğunlaştığı bir süreçte İstanbul’da yayınlanan Express Gazetesinde çıkan bir haber gündeme bomba gibi düşmüştür.

Söz konusu gazetede çıkan habere göre Atatürk’ün Selanik’te doğduğu ev Yunanlılar tarafından bombalanmıştı. Gerçek bilgilere dayanmayan bu haber sonrasında İstanbul, birden karışmıştır.

1950’li yıllarda iyice artan köyden-kentte göçün bir sonucu olarak İstanbul’da bulunan işsiz-güçsüz kalabalıklar bir anda Rum vatandaşlara ait işyerlerine saldırmaya başlamıştır. Yağma şeklinde yapılan saldırılar tam 2 gün devam etmiştir.

Olaylar sırasında resmi rakamlara göre 3 kişi ölmüş, 30 kişi yaralanmış, 73 kilise, 1 havra, 8 ayazma, 2 manastır, 3.584’ü Rumlara ait olmak üzere 5.583 işyeri ve ev tahrip edilip yakılmıştır. Ancak İngiliz ve Amerikan konsoloslukları ile uluslararası insan hakları kuruluşları ölü sayısı konusunda 13-16 arası rakamlar vermişlerdir.

İki gün boyunca devam eden olaylar sırasında polis ve emniyet yetkilileri gerekli müdahaleleri yapmamış hatta dönemin İç İşleri Bakanı Namık Gedik söz konusu olayları “gençliğin milli kıyamı” olarak nitelendirmiştir.

Fakat göz yumulan olaylar zamanla kontrolden çıkmış ve Türkiye’nin uluslararası prestiji yerle yeksan olmuştur. Başbakan Menderes, 27 Mayıs müdahalesinin ardından kurulan Yassıada Mahkemesinde bu olaylardan ötürü yargılanmıştır.

Yapılan yargılama (?) neticesinde devrik başbakanın Türk Ceza Kanunu’nun 64 ve 517. maddeleri gereğince 6 sene hapsine ve 375 lira ağır para cezası ile mahkûmiyetine oy birliği ile karar verilmiştir.

6/7 Eylül 1955’te yaşananlardan sonra, Türkiye’nin, Gayrimüslimler için bir daha eskisi kadar güvenli olmadığı algısı ortaya atılmış ve sonrasında önemli sayıda azınlık mensubu Türkiye’yi terk etmiştir.

Sonuç itibariyle, toplum psikolojisinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan 6/7 Eylül Olayları, Türk siyasi tarihinde ve hafızalarımızda yer edinmesi ve ders alınması gereken bir tecrübe olarak yerini almıştır.