“Sen Yağmur ol, Ben Bulut, Kaçkar’da Buluşalım”  türküsünü biliriz.
“Kaçkarlarda Bulut Olsam” kitabında Fırtına Vadisi’nin yaylaları, buzul gölleri, konakları, taş köprüleri ve insanı anlatılıyor.
Bende çocukluğumun geçtiği, çobanlık yaptığım, sis basınca ineklerimi kaybettiğimde ağladığım; 3934 rakımlı Kaçkar’a çıkmaya karar verdim.
Yolculuk kolay olmadı ama zevkli oldu.
Gerçekten hava güneşli ve güzeldi.
 Bulut, belli bir yükseklikten sonra yukarı çıkamıyor.
Sırt yayladan bulutlar, deniz gibi gösteriyor.
Birçok kişi resimdeki bulutları fark edemeyip ”Ne güzel deniz” demeye başlıyor insan.

Danıştay üyesi hemşerimiz Hayrettin Kadioğlu, bu bulutları anlatırken “Bunların dedeleri(benim dedelerimden söz ediyor)    bulutları deniz zannedip, kayıkla yüzmeye başlayınca uçurumdan yuvarlandılar” diye anlatır.
İşin şakası.

***

Çaçağona yaylası.
Yaylaların ilk basamağı. İlk gidilen yayla.
Bulutlar yeşille dans ettiği yerler.
Sisten göz gözü görmüyor.
Çizeler çiçeklerle buluşmuş ”Ey duman kara duman” dendiği yerdir.
Burada seyyar piknik tüp üzerinde yaptığımız   mıhlama ve demlenen çay değer biçilmez, anlatılmaz.
Ancak yenir ve içilir.
Beton yapılaşma burada da başladı. Bu kötü haber.

***

Yaylaların kralı.
Hemen devamında Zizeni yaylası var.
Doğa harikası. Bulutlar  yeşilin her tonuyla dans ederken görmek, kuşların sesini dinlemek, ne güzel şey.
Bulutların bizi takip etmesi, uçurumun kenarında  aracımızın tekerleklerinin dönmesi yabancı filmleri aratmayacak güzellikteydi.
Cennet bu kadar yakın mı?
Bu yaylalara  gelen özellikle Araplar, eşlerine, ”Bizim cennete gitmemize gerek yok. Cennet denilen yer burası olsa gerek. Cennetten bir köşe alalım, cenneti garantiye alalım”  yarışındalar.
Kaçkar ve Ayder hayranlıkları, adeta cennetten arsa alıyorlarcasına mülk aldıkları resmi kaynaklardan  öğrendim.
‘Eğer bir yeri seversen, orası dünyanın en güzel yeridir’
Ben, Kaçkarları hep sevdim ve burası benim için hep dünyanın en güzel yeri oldu
Sadece  benim için değil, birçok insan için de Kaçkarlar ve Fırtına Vadisi dünyanın en güzel bölgelerinden biri...
Herkes yılda bir defa gelmeli ve hücresini yenilemeli..
Fırtına Vadisi ve Kaçkarlar son yıllarda adını yayla turizmiyle duyursa da sinemaseverlerin aklına “Bal”, “Yüreğine Sor”, “Sonbahar” gibi filmlere ev sahipliği yapmasıyla da geliyor.

***

Sırt Yayla, Peygamber suyu.
Sırt yayla, artık zirvenin tepesi. 3200 rakımlı yayla
Bulutlar, buradan yukarı çıkamıyor. Devamında peygamber suyu..
Mucize su, şifalı su.
Nuh peygamberin oradan geçip abdest alıp namaz kıldığı söyleniyor.
14 saniye elimizi  suyun altında tutabildik. Karpuzu beş dakikada patlatıyor.
Kaçkar adeta seni selamlıyor ‘Gel, bana teslim ol’ diyor.
İnsanın içinden “Ey Kaçkar, sen ne yücesin” diyor.
Tabamzga yaylası ise son durak 3900, uçaktasınız.
Kaçkarların en önemli kaynak değerinin buzul gölleri olduğunu bilmeyen yok. “Kaçkar Dağları’nın millî park olmasındaki en büyük etken birçok buzul gölü barındırmasıdır”.

***

Artık Kaçkar’da, bulutlardan dağılan hüznün  kokusu var.
Derin nefes alma zamanı.
İsterseniz, çocukluğumuza dönelim ve nostalji yapalım...
Ayder’in, Sırt yaylanın, dahası Kaçkar’ın tepelerini yalayarak ormana inen, yaprakları okşayarak yayılan, yorgun yeşilin, güz kızılının kokusuyla yoğrulmuş rüzgârın sesi hayatımızın bir parçası oldu.
Yaylaya gidenlere, sonbaharda dönenlere, göç yolunda çıkanlarla onları uğurlayanların birbirine karıştığı kuşların ve kuzuların sesi ile sabahları uyanırdık.
Sarının, kırmızının tonlarına bürünmüş, her yapraktan dağılan hüznün, ayrılığın korkusunu yaşadık.
Suyun, Rüzgârın, sarp kayalara yağan karların, çobanlık yaptığım hayvanların çıngırak seslerinin, denizi andıran sise karıştığı anlarda, farklı bir duygu yaşadık.
Sonbaharın en renkli gününde, derin vadinin devasa kayalıklarından adeta püsküren Ayder ile bütünleştik.
İnsanın içinden, derdi, tasayı alıp götüren billur renkli Fırtınayı özledim. Çocukluğumda tuttuğum, günümüzde yok edilen kırmızı benekli Alabalığı hayal ettik.
Suya düşen yapraklar Mevlevi dervişler gibi semaya dönen  buz gibi suyu oluşturduğu Uzun gölü Sümela’yı, Sultan Murat’ı düşündüm. 
Kışın beyaz sesizliğin kapladığı, İlkbaharda taze yeşilin, eflalatun komarların ahengine bürünen yaylalarımın nasıl betonlaştığını izledim.
Kuzularımı, saf temiz insanımı, yok edilmemiş ormanlarımı, misafirperverliği, doğallığı, köydeki eski düğünleri, imeceleri, akşamları toplanıp, lamba ışığında kuzine’nin etrafında yapılan  sohbetleri hayal ettim.
Tencerede kaynayan lahanayı, mıhlamayı, altın sarısı gibi mısır ekmeğini, yoğurdu turşuyu, hamsiyi   dürbünle baktık.
Gerçek insanlığı, karşılıksız dostluğu, entrikasız yaşamı özledim. Hayallerimi yüzdürdüğüm ırmakları, göllere tepeden baktım.
Dağından çıkan küçük dereler birbirinden güzel bütün yaylaları,
Ahşap kokuların sindiği, yok edildiği  100 yıllık ahşap evlerini, Serenderleri,(Nalya)
Yayla göçlerindeki şenlikleri,
 Artık mumla aradığımız bahçemizdeki hormonsuz sebze ve meyveleri,
Senetin, sepetin olmadığı,sözün namus olduğu güven dolu mertliği ,
Köy kızlarının,çay bahçelerinde,yada yayla yollarında sırtındaki yüküyle nişanlısına bir “merhaba “  demesinin,yada lamba ışığında yazdığı iki satır  mektubunu verebilmenin   güzelliğini
Hayal ettim.
Aradan zaman bir hayli zaman geçti.
Hayat zaten bir hayaldir.
Böyle bir dünya kaldı  mı?