Büyük Millet Meclisi’nin en ateşli mebusu, muhalefet cephesinin en önde gelen siması, açık sözlü, gözünü budaktan esirgemeyen hırçın bir Karadenizli, karizmatik bir hatip, taassup derecesinde dindar ve yurtsever bir vatan evladı.
Tam bir asır evvel bugün 27 Mart 1923 günü hunharca şehid edilen Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’i niteleyecek daha başka birçok sıfat bulunabilir. Fakat O’nun en bariz vasfı vatanseverliği idi. Zira Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin, İngilizler tarafından dağıtıldığı o bunalımlı günlerde Ali Şükrü Bey ümidini bir an olsun yitirmemiş, “Şu halde en isabetli hareket, şimdilik burayı bırakıp Anadolu’ya geçmek ve teşkilatı orada yapmaktır” diyerek mücadeleci kimliğini ortaya koymuştur.
Ali Şükrü Bey, Trabzon Mebusu sıfatıyla Ankara’ya ulaşıp Büyük Millet Meclisi’ne katıldıktan sonra son derece aktif bir görüntü çizmiştir. Ali Şükrü Bey diğer İkinci Gurup üyeleri gibi Başkumandanlık Kanunu’nun verdiği olağanüstü haklara karşı çıkmış ve Meclis yetkilerinin devredilemeyeceğini ısrarla savunmuştur. Başına buyruk hareket eden İstiklâl Mahkemelerinin kaldırılması ve TBMM’nin denetimine alınmasını, olağanüstü hâllerde bile hukukun üstünlüğü ilkesinden taviz verilemeyeceğini her fırsatta vurgulamıştır.
Mebus seçilmeden evvel yayıncılıkla uğraşan Ali Şükrü Bey, İstanbul’da bulunan matbaasını Ankara’ya getirtmiş ve Tan Gazetesi adıyla bir gazete çıkarmıştır.
Ali Şükrü Bey, Tan Gazetesi’nde kaleme aldığı bir yazıda; “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözünün sadece şeklen var olduğunu savunacak kadar cesaretli biridir. Ali Şükrü Bey’e göre, gerçek millet hâkimiyetinin kurulması için toplumun demokrasi denilen kavramı bilmesi ve bu konuda eğitilmiş olması gerekirdi.
Ali Şükrü Bey, aynı zamanda memleketin ilerlemesi için çalışan, fikir üreten bir aydındı. Fakat zamanın diğer aydınlarından farklı olarak körü körüne batıcılığı savunmuyordu. Bu kapsamda Avrupa’dan yenilik adı altında yeterli tetkikat yapılmadan ülkemize getirilen şeylerin daha da büyük yıkımlara yol açabileceğini iddia ediyordu. Ali Şükrü Bey’e göre, eski olan tasfiye edilirken onun yerine gelecek olan şey, bu ülkenin kültür ve medeniyetiyle uyumlu olmalıydı. Eğer bu uyum sağlanmazsa getirilen şey, daha büyük zararlar doğurabilirdi. Ona göre, gidişat bu yöndeydi ve acilen buna dur demek gerekiyordu.
Ali Şükrü Bey’in bazı fikirleri, Lozan görüşmeleri sırasında TBMM’de tansiyonun yükselmesine neden olmuştur. Mecliste sözünü sakınmadan söyleyen Ali Şükrü Bey, bir yandan da “Tân” gazetesiyle eleştirilerini daha geniş kitlelere ulaştırıp muhalefet bloğunun genişlemesini sağlayınca, tepkilerin odağı haline gelmiştir.
Lozan Konferansı sürecinde kaleme aldığı “Konferansa Giderken” başlıklı yazısında “Cephede kazanılan zaferin masada kaybedilmek üzere olduğunu”, “Lozan’a gönderilen heyetin acilen değiştirilmesi gerektiğini” belirtmiştir.
Fakat bu tutum ve davranışlar, Ali Şükrü Bey’in de sonunu getirmiştir. Zira 27 Mart günü aniden ortadan kaybolan Ali Şükrü Bey’in cesedi birkaç gün sonra Ankara dışında bir tarlada bulunmuştur.
Cenazesi Trabzon’da mahşeri bir kalabalığın huzurunda defnedilen Ali Şükrü Bey’in na’şının üzerine örtülen yazıda “Şehid-i Muhterem Ali Şükrü Bey” yazıyordu.
Hayatının en verimli çağında şehid edilen Ali Şükrü Bey yaşasaydı, Meclisteki muhalefet tasfiye olur muydu, Cumhuriyetin ilanı, devrimler ve tek parti yönetimi hangi şartlar ve hangi süreçlerden geçerek kurulurdu sorularının cevaplarını sanırız hiçbir zaman bilemeyeceğiz.