Daha geçen hafta yazdım, Libya Fayiz es- Serrac Hükümeti, Türkiye’den askeri destek talebinde bulunarak bölgeye asker göndermemizi istedi diye. AK Parti ve MHP’nin meclis de tezkereye onay vermesinden iki-üç gün sonra  gördük ki uğruna asker göndereceğimiz Ulusal Hükümet Başkanı Fayiz es- Serrac (Fayiz Al Sarraj) Londra sokaklarında ailesiyle birlikte yılbaşı alışverişi yapıyor!
Ülkesinde her gün bombalar patlamış, kaos almış başını gitmiş, ölenler, yaralananlar...
Adamın umuru bile değil!
 
Neye yanarım biliyor musunuz? Adları bile her basın organında değişen bu ne idüğü belirsiz, basiretsiz, birilerine kul köle olmuş bu adamlar iktidarda daha fazla yan gelip yatsınlar diye, uğurlarına olur da tek bir askerim şehit düşerse işte ona çok  yanarım!
 
ÖSYM başkanı olduğu dönemde 2010-2015 yılları arasında yapılan sınavların tüm  sorularının çalınmasına müsade ederek, onca çocuğumuzun hakkının gaspına neden olan ve FETÖ’den tutuklu bulunan Ali Demir cezasını çekmek üzere tutuklandı da, peki o soruları çalıp başkalarının yerine iş güç, para, mevki, makam sahibi olanlar?
Yani hak üzerine hayat sürenler!
Onlar bu işi bedava mı yiyecek?
 
ABD’nin öldürdüğü bir çoğumuzun bilmediği, ama öldürüldüğü an  saatlerce yorumlar yapıp durduğumuz Kasım Süleymani’nin ardından her kafadan bir ses çıkınca, önce İran’da ki yaşananlara baktım.
İran da halk bile yasta. O kadar çok seviliyor anlayacağınız. Ve halk herkesi sevmez öyle kolay kolay.
Sonra ABD’de yaşayan İranlılara baktım...
Onlar çok mutlu. Zil takıp oynama modundalar.
Sonra ABD’nin politikasına göz attım. Tehditler! Yüksek bölümden öfke patlamaları vs.vs...
Dedim, bunlar birini öldürüyorlarsa kesin işlerine yaramıyordur..
Sonra, bizim dincilere ve taraflı insanlara baktım...
Of ne mutlular ne mutlu... Ölmüş gitmiş adama zındık mı demediler? Lanet mi etmediler?
Ve konuyu kapattım.
Anlayacağınız öyle büyük analizler yapmaya gerek yok, bakınca görüyorsunuz... Adamlar 100 yıl önce yaptıkları planlarını, stratejileri dahilinde tıkır tıkır işletiyorlar, bizimkilere de böyle yerli yersiz bayram etmek düşüyor.
 
Bindiğim taksi şöförü anlattı:
Geçenlerde kendi aralarında yaptıkları tartışma sonucu bıçaklanan bir Suriye vatandaşını götürdüm hastaneye. Yardım olsun diye de indim içeriye kadar taşıdım. Belki üzerinde parası yoktur diye de beklemeye başladım. Bir de ne göreyim? Adam Suriyeli diye para almadıkları gibi kayıt bile açmadılar! (Yani kimdir nedir belli değil!)
O esnada  bıçaklanmış bir Roman vatandaşlarımız da geldi acile. İzlemeye başladım dikkatlice... Roman vatandaşımızın olması gerektiği üzere nüfus cüzdanını isteyip kaydını açtılar ve aynı sizin benim gibi bir güzel para ödemesini de aldılar. Ama Suriyeli adama ne kayıt, ne para!
Şaşkınlıkla izlediğim bu haksızlık üzerine önce saçları özenle taranmış kolunda künyesiyle benim vatanımda benden daha vatandaş davranılan, bıçaklanmış Suriyeli’ye baktım. Sonra gecenin ayazında üç tane çiçek satıp para kazanacağım diye bekleşen üstü başı kir içinde olan Roman vatandaşımıza... Sonra da asgari ücret yetmediği için ek işte çalışarak geceyi gündüzüme katan bana...
Çok üzüldüm be abla! Çok üzüldüm...
 
Libya ile başlayıp, içine hak, hukuk, strateji, plan, öngörü, Suriye kısacası ülke gündemiyle harmanladığım yazımı (bana göre) tüm bu olayların asıl çıkış ve son noktası olarak gördüğüm etkenlere bağlayarak Azeri Şarkıcı Azerin’in geçen hafta Okan Bayülgen’in proğramında yapmış olduğu konuşmadan küçük bir kesiti paylaşmak istiyorum. İzlemeyenler için. Buyrun okuyun lütfen...
‘’Azeri dili demeyin. Azerbaycan Türkçesi diyin. Çünkü Azerbaycan bambaşka bir şey oluyor. 1918 yılı kanununda Azerbaycan Dili -Türk Dilidir. 1937’ye kadar. Lenin döneminde bile Türk dili kanunda. Nedense 1937 yılında Stalin döneminde dil Azerbaycan Dili oluyor. Bu sefer ne oldu coğrafyamızın ismini taşımış olduk. 1991 yılında Azerbaycan Hükümeti kurulduğunda Sovyet dönemi dağıldıktan sonra yeniden Türk Dili kanuna konuldu. En büyük yanlış nedir? Bu siyasetin yönlendirmesidir. Sadece Stalin değil, Emperyalizmin, İngiliz Kuvvetlerinin bizi bölmek için kullandıkları bir yöntemdir. Özbek, Kazak, Kırgız... Kaşgarlı Mahmut’ta okuruz o anlatır bize ne olduğunu. Türk’ün 20 boydan geldiğini, Oğuz’ların 24 boy olduğunu, Kıpçakların ne kadar boy olduğunu ve bunların bir dil olduğunu, Türk Dili olduğunu... Sadece Lehçeleri farklı. Ağaç budak açmış, o budaklardan Kazak, Kırgız, Özbek, Azerbaycan, Türkmen... Altay da yaşayanlar. Hatta Kızıldereliler bile. Kızılderelilerin basarak konuşmaları o kadar Türkçe söz var ki orada. Ama ne olmuş Dünya Siyaseti bizi birbirimizden ayırmak istediği için herbirimize bir ad koymuş, biz coğrafyamızın adını taşımışız. Özbekistan da yaşayanlar Özbek olmuş, Azerbaycan da yaşayanlar Azeri olmuş... Biz Türk’üz! Dilimiz de Türk. Bakın ne kadar konuşuyorum siz beni anlıyorsunuz, ben sizi. Bu dünyada ki siyaset bize yön vererek maalesef bizi kullanıp, bizi ayırmışlar. Biz de can atmamışız birbirimizi tanımaya...”
 
Ne kadar da doğru söyledin Azerin.
 
Aynı ana-babadan gelen kardeşlerinizle bir şirket kurduğunuzu düşünün.
Parçalanan şirket büyür mü?
Büyümez elbet...
Büyütmediler de zaten.