Her gök gürleyişinde anne çocuklarına:
“Görüyor musun? Allah hiddetinden nasıl bağırıp çağırıyor!..” derdi.
Çocuklar en küçük bir yaramazlık yapsalar:
“-Dikkat edin ha!.. Sonra Allah sizi cezalandırır.” derdi. Bunu uzun bir nasihat faslı takip eder, onları cehennemle korkutur, Allah’ın yaramaz çocukları, daima cehennemde yaktığını anlatırdı. Her gün sabahtan akşama kadar cehennem lafı ağzından düşmezdi.
Fiek adındaki çocuğu da annesinden duyduğu bu düşüncelerden başka bir şey bilmiyordu. Küçük hayalinde bu büyük ve müşfik “Allah” ı korkunç bir varlık şeklinde anlıyordu. Öyle bir varlık ki, en küçük kabahatlerinde çocukları cehenneme atan; pantolonlarını bir parça yırtsalar, cehennemde bağırta bağırta, cayır cayır yakan, bir kahve fincan veya bardak kırsalar, onu şeytana verip işkence ettiren bir varlık!.. Sonuçta Allah’tan nefret eder oldu. Yağmur yağdığı zaman tir tir titreyerek odanın bir köşesine çekilirdi. Her sabah her gece Allah’a dua ederdi. Fakat bu içten gelen, sevgi ve saygı dolu bir dua değildi. Bu korku duası idi. Dua etmeyecek olursa, Allah’ın gazabına uğrayacağından korkardı. Bu düşünceleri büyüdüğü zaman da onu bırakmadı; annesinden almış olduğu din eğitimi sayesinde Allah’a karşı olumsuz bir algı oluşturmuştu(*).
Bu hikâye bize tanıdık geliyor mu? Ülkemizdeki din eğitimi uygulamalarında da bu tür yöntemlerden sıkça şikâyet ederiz. Buna rağmen, din eğitimi yöntemlerimiz yetişmekte olan gençlerimizi dine ısındırmaktan çok dinden soğutmaya katkı sağlıyor gibi görünüyor. Düne göre bugün din eğitimi anlayışımızda elbette önemli gelişmeler olmuştur. Ancak geldiğimiz seviye bugün hâlâ istenilenin çok gerisinde gibi duruyor. Ne yapmalı? Din eğitimi yöntemlerimizi yeni bir yaklaşımla yeniden oluşturmalıyız. Korkutarak bir işin amacına ulaşamayacağını anlamamız gerekir. Sevgili Peygamberimiz(S.A.V.) “Sevdirin korkutmayın, kolaylaştırın zorlaştırmayın” diye emrettiğini yeniden hatırlayıp yöntemimizi bu yaklaşıma göre yeni baştan oluşturmanın işe yarayacağını düşünüyorum.
(*) Dr. Salzmann. Yengeç Kitabı(Çev. Ali Seyyar), İstanbul, Sebil Yayınları, tarihsiz