Uzun zamandır güneşin gülüşüne hasret kalmıştık. Atalar boşuna dememişler “her şeyin değeri yokluğunda bilinir”. Ne kadar da doğru ve yerinde bir tespit. Hasret ile gözlerimizi bulut kümelerinin arasından bize gülümseyen güneşi bu yıl ne kadar arar, hasretini çeker olduk. Sürekli yağan yağmur nedeniyle bölgemizde yağmur bolluğu pek çok sel olaylarına neden oldu. Aklıma çocukluğumda katıldığımız “yağmur duaları” geldi. Elbiselerimizi ters giyinerek ağlaştığımız yağmur duaları.

Güneş için ise bölgemizde geçmişte “Babrak bubrik” duası yapılırdı. O da unutulanlar arasına katıldı. Tıpkı yağmur duası gibi. El-avucumuzdakileri fark edemeden bir bir kültürel değerlerimizi kaybediyoruz. Böylece geleceğe dair fukara bir kültür hazinesi bıraktığımızın farkında mıyız? Bir daha güneşin tebessümüne tanıklık edebilmek için hele en az altı ay daha bekleyeceğiz. Kim öle, kim kala?

Dikkat ediyorum da bu yıl yaprakların sararması çok gecikti. Birkaç gündür vuran güneşin sıcaklığı karşısında utancından mı, mahcubiyetinden mi nedir yavaş yavaş ağaçlarda altın renkli yapraklar oluşmaya başladı. Ya da bizler bazı sırlara vâkıf mı olamadık? 

Ne hatıra dolu sosyal günleri arkada bıraktık. Her türlü eğitime rağmen insanlarımızdaki inatçı tutum ve davranışlar kaldı. Komşuluk ilişkileri neredeyse tamamen ortadan kalktı. Hani eskiden komşular birbirlerinden tasla şeker, tuz, bardakla zeytin yağı alıp verirdi. Hal- hatır sormadan geçenler ayıplanırdı. Meyveler toplandığında komşulara mutlaka göz hakkı verilirdi. Şimdi mi? Şimdi bizden başka evrende başka canlı yaşayıp yaşamadığınızın bile sanki farkında olmak istemiyoruz.

Hele eskiden bu mevsimler evlerde yakılan taş fırınlarda nar gibi pişirilen koca-koca ekmeklerin hamsili, kabaklı, sebzeli ve sade türleri yapılırdı. Fırınlara salınan ekmekler dışarı alındığında mutlaka komşulara da dağıtılırdı. İmece ile gerçekleştirilen tarım ve diğer sosyal işler yaşama farklı bir tat ve lezzet katardı. Şimdi ise kara hummaya yakalanmış gibi insanlar birbirlerinden kaçar oldu. Selam-sabah lüks oldu. Her gün biraz daha birbirimize yabancılaşıyoruz.

Kimse bir başkasının derdini kendi derdi, mutluluğunu kendi mutluluğu olarak görmüyor. Ortak yaşam kültüründen kala kala geriye nerede ise sadece cenaze merasimleri kaldı. Bu bağlamda şimdilik yeterli katılım sağlanıyor şükürler olsun. Ancak yavaş yavaş bunun da yok olmaya başladığı görülüyor. Toplumsal bir yozlaşma, geleneksel bir erozyon yaşıyoruz.

Yakınlarımıza bile yabancılaşıp, hal-hatır sormalar da tarih oldu. Bu sessiz yabancılaşma komşular arasında olduğu gibi öz aile bireyleri arasında da belirginleşti. Bu soğukluk korkutmaya başlar derecede. Kim bilir belki de güneş ondan küsüp, bulutların arkasından gülmüyor.