Bazı diller vardır, bir milleti ayakta tutar. Türk dili, işte tam da böyle bir dildir. Altaylardan Tuna’ya, Türk Milletini ayakta tutan, Türk Dili Ailesinin ortak sesi, ortak hafızası ve ortak geleceğidir.

15 Aralık Dünya Türk Dili Ailesi Günü, takvimde küçük bir tarih değil, binlerce yıllık bir yolculuğun, aynı kökten filizlenmiş milyonlarca sesin, ortak bir hafızanın günüdür. Altaylardan Balkanlara, Orta Asya bozkırlarından Anadolu’nun en ücra köylerine uzanan bu büyük dil ailesi; yalnızca kelimelerle değil, kaderle de birbirine bağlıdır.

Özbekistan’ın Semerkant şehrinde gerçekleştirilen Unesco 43. Genel Konferansının, 3 Kasım’daki toplantısında alınan ortak bir kararla;Türk dili ailesine mensup halkların ortak dil mirasını korumak, yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla,“15 Aralık, Dünya Türk Dili Ailesi Günü olarak ilan edilmiştir.”

Bu ilan, yalnızca bir gün belirlemek değil; dağılmış coğrafyalar arasında kelimelerle kurulan köprüleri yeniden hatırlatma iradesidir. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan tarafından sunulan ve 26 ülkenin eş sunucu olduğu bu kararla Türk dilinin korunması, gelecek kuşaklara aktarılması ve uluslararası düzeyde görünürlüğünün güçlendirilmesi yönünde önemli bir adım atıldı.

Sürecin başarıyla sonuçlanmasında Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Devlet Başkanlarına yaptığı çağrı ve Devlet Başkanları Zirvelerinde atılan adımlar etkili olmuştur.

Türk dili; bir ninnide annenin sesi, bir ağıtta toprağa düşen gözyaşı, bir destanda at koşturan yiğidin nefesidir. Aynı kelimeyi farklı aksanlarla söylesek de, hissettiğimiz duygu aynıdır. “Ana” dediğimizde, Kazak bozkırında da, Anadolu’da da kalbin attığı yer değişmez.

Bugün Türk dili ailesinden söz ederken, yalnızca Türkiye Türkçesini değil; Azerbaycan Türkçesini, Kazakçayı, Kırgızcayı, Özbekçeyi, Tatarcayı, Türkmen Türkçesini ve daha nice lehçe ile şiveyi de selamlarız. Her biri aynı ağacın farklı dallarıdır. Rüzgârları ayrı, gölgeleri farklı olabilir ama kökleri aynıdır.

Ne yazık ki modern çağda dil, en hızlı yıpranan değerlerden biri hâline geldi. Yabancı kelimelerle süslenmiş cümleler, ana diline mesafe koyan kuşaklar, konuşurken özür diler gibi utanarak Türkçe kullanan zihinler… Oysa bir millet, diline uzaklaştıkça kendine de uzaklaşır. Dil giderse, hikâye gider. Hikâye giderse, hafıza silinir.

Türk dili, yalnızca geçmişin emaneti değil; geleceğin de anahtarıdır. Bilimde, sanatta, edebiyatta, dijital dünyada Türkçeyi güçlü kılmak; sadece bir kültür meselesi değil, bir varoluş meselesidir. Çünkü dilini koruyamayan toplumlar, başkalarının cümleleriyle düşünmeye başlar. Başkalarının düşünceleriyle yaşayanların ise kendi yarınları olmaz.

Bu yüzden Dünya Türk Dili Ailesi Günü, bir kutlamadan çok bir hatırlatmadır. Aynı sözü farklı coğrafyalarda söyleyebilen insanların aslında ne kadar yakın olduğunu hatırlatır. Sınırların ayırdığı ama kelimelerin birleştirdiği bir kardeşliği fısıldar.

Belki bir Özbek çocuğunun defterine yazdığı kelimeyle, bir Anadolu çocuğunun ilk hecesi aynı değildir. Ama anlamı aynıdır. Umut aynıdır. Sevda aynıdır.

Dil, milletin evidir. O evi ayakta tutmak hepimizin sorumluluğudur. Evladımıza öğrettiğimiz ilk kelimeyle, yazdığımız son cümle arasında bir köprü kurabiliyorsak; işte o zaman bu dili gerçekten yaşatmış oluruz.

Aynı dili konuşanlar, yalnızca anlaşmaz…

Aynı kaderi de paylaşır. Türk dili; geçmişten geleceğe uzanan en güçlü bağımızdır. Onu korumak, aslında kendimizi, milletimizi korumaktır.