Türkiye’nin güzel insanlarından biriydi Muhsin Yazıcıoğlu… Bir siyasî lider olarak değil, bir gönül insanı olarak bende de derin izler bırakmıştır. 1954 yılında Sivas’ın Sarkışla ilçesi Elmalı Köyü’nde bir çiftçi ailesinin oğlu olarak doğan Muhsin Yazıcıoğlu, ismiyle müsemma insanlardan biriydi. Zira “Muhsin”in kelime anlamı “iyilik eden, cömert, Allah’ı görür gibi ona ibadet eden” demektir. O da Türkiye’nin güleç yüzlü, cömert, dik duruşlu, İslam davasını kuşanan, altın kalpli insanlarının en dikkate değer olanlarındandı. İlk ve orta öğrenimini Şarkışla’da yapan Yazıcıoğlu; Üniversite tahsilini, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nde tamamlamıştı. Fakat mesleğini yapmayı hiç düşünmemişti. Zaten okumak için Sivas’tan Ankara’ya geldiğinde kendini bir anda siyasetin yoğun ortamı içinde bulmuştu.
 
“Muhsin Yazıcıoğlu henüz 14 yaşındayken dernek çalışmalarına başladı. Şarkışla’da Genç Ülkücüler Hareketi’ne katıldı. Ankara’ya geldikten sonra ise, Ülkü Ocakları Genel Merkezi’nde görev yapmaya başladı. Sırasıyla; Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcılığı ve Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yaptı. (1977–78). 1978’de faaliyete geçen Ülkücü Gençlik Derneği’nin kurucu Genel Başkanı oldu. 1980 yılına kadar MHP’de Genel Başkan Müşavirliği görevinde bulundu.12 Eylül 1980’de yapılan askerî darbenin ardından, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası sanığı olarak cezaevine konuldu. Beş buçuk yılı hücrede olmak üzere yedi buçuk yıl Mamak Cezaevi’nde kalan Muhsin Yazıcıoğlu, bu davadan herhangi bir ceza almadı. Fakat en verimli yılları cezaevinin soğuk duvarları arasında geçti, ömrü harcandı.
 
Cezaevinden çıktıktan sonra, mağdur olmuş ülkücülere ve onların ailelerine yardım amacıyla kurulan Sosyal Güvenlik ve Eğitim Vakfı’nın başkanlığını yaptı.1987’de arkadaşları ile birlikte MÇP’de siyasete girdi. MÇP’de Genel Sekreter Yardımcılığı görevinde bulundu.1991 genel seçimlerinde üç partinin oluşturduğu ittifak bünyesinde, milletvekili adayı oldu. “O, inançlarınızı Meclis’e taşıyacak” sloganıyla, Sivas’tan milletvekili seçildi. 1992 yılı Temmuz ayında da, “içinde bulunduğu partinin siyasî anlayışıyla uyuşamadığı için” bir grup arkadaşı ile birlikte MÇP’den ayrıldı. 29 Ocak 1993 tarihinde Büyük Birlik Partisi kuruldu ve bu partinin Genel Başkanlığına Yazıcıoğlu seçildi. 24 Aralık 1995’te yapılan erken genel seçimlerde ANAP-BBP ittifakından 20. Dönem Sivas milletvekili olarak, yeniden meclise girdi. 28 Şubat 1996 tarihinde ANAP’tan istifa ederek, BBP’ye döndü. O, 22 Temmuz Genel Seçimlerinde BBP’nin seçimi protesto etmesiyle partisinden istifa ederek Sivas’tan bağımsız milletvekili adayı olmuş, 23. dönem milletvekilliğine seçilmiştir. Sonra BBP’ye katılarak TBMM’de BBP Sivas Milletvekili olarak partisini temsil etmiştir.”
 
Onun hayat öyküsünün ana başlıkları bunlar… Ayrıntılara girmeye kalksak bir yazı değil, bir kitap yazarız belki… Zira o, dolu dolu bir hayat yaşamıştır. O, inandığı dava uğrunda gözünü budaktan sakınmamıştır. O, 12 Eylül İhtilali döneminde tutuklanmış, bir sürü işkencelere maruz kalmıştır. Zor günlerdi o günler… Dilerseniz o karanlık günleri kendisinden dinleyelim: “Kollarım açık olarak, üzerime omuzumdan bir kalas bağladılar, -T- şeklini aldım. Bir sandalyenin üzerine çıkartıldım. Kalas tavanda bir yere çengellere asıldı, sandalye altımdan çekildi, havada sallanarak boşlukta kaldım. O şekildeyken küçük parmağımdan ve tenasül uzvundan elektrik verdiler. İşkenceden ziyade soyundurulmuş olmaktan etkilendiğim anlaşıldığı için, sonraki sorgulara soyundurularak alındım.”
 
Muhsin Yazıcıoğlu, Yahya Kemal’in ifadesini kullanarak söylersek ‘kökü mazide olan atî’diydi. Yani onun düşünceleri bu topraklardaki hâkim zihniyet olan Türk-İslam ülküsüydü. O, Türk-İslam ülküsünü yaşatmayı görev olarak seçmiş ve bu uğurda canını ortaya koyarak mücadele etmiştir. Millî ve manevî kaynaklardan beslenen Yazıcıoğlu mert, dürüst, açık yürekli, cesur, fedakâr ve samimi bir insandı. Necip Türk halkı onu böyle tanımış ve sevmişti.
 
Yalansız dolansız bir insandı o… Siyaseti kişisel hesapları için değil, milletin değerlerini yaşamak ve yaşatmak için yapıyordu. Söz konusu olan milletse tavrı belliydi; gözü pekti, sertti ve mertti bu hususta. Taviz vermek yoktu gönül lügatinde. Fakat o aynı zamanda Yusuf yüzlüydü, Eyüp kadar sabırlıydı, Hz. Süleyman kadar adil ve güçlü bir liderdi. İbrahim gibi, ateşlere atılmaya her an hazırdı. Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattı onun için…