Karadeniz’de olan bitenleri yalnızca “tesadüf” kelimesiyle açıklamak artık mümkün değil.

Çok kısa sürede çok fazla olay, çok kritik noktalarda yaşanıyor.

Askeri kargo uçağımız düşüyor veya düşürülüyor, 20 evladımız şehit oluyor,

Gemiler füzelerle vuruluyor…
İnsansız hava ve deniz araçları art arda devreye sokuluyor…

Deniz araçları Trabzon’da sahile vuruyor
Türk hava sahasına yaklaşan İHA’lar F-16’lar ile düşürülüyor.
Ve hepsinin ortasında, coğrafyanın kilit ülkesi olarak Türkiye duruyor.

Sormak zorundayız;
Karadeniz’de korkulan şeyler mi oluyor, yoksa korkulması istenen bir tablo mu inşa ediliyor?

Kasım ve aralık aylarında yaşananlar bir zincirin halkaları gibi ilerliyor.
Rusya’ya giden tankerler vuruluyor.
Ticari gemiler hedef alınıyor.
Türk şirketlerine ait gemiler saldırıya uğruyor.
Bir yandan da savaşın doğrudan tarafı olmayan Türkiye’nin hava sahası test ediliyor.

Bu, sıradan bir askeri gerilim değil.
Bu, dengeyle oynanan bir satranç oyunudur.

24 Şubat 2022’de başlayan Ukrayna savaşı, kara üzerinde sıkıştıkça denize taşmış durumda.
Karada kilitlenen hesaplar, şimdi Karadeniz’in sularında görülüyor.
Çünkü Karadeniz yalnızca bir deniz değil;
Enerji hatlarının, ticaret yollarının, tahıl koridorlarının ve jeopolitik nüfuz alanlarının kesiştiği bir merkezdir.

Yaklaşık 300 milyar dolarlık ticaret hacmi, herkesin iştahını kabartıyor.
Bu hacmi kontrol eden, sadece ticareti değil, siyaseti de yönlendiriyor.

Karadeniz’de doğalgazın bulunması ve petrol yatakları barındırıyor olması;

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Karadeniz bir hesaplaşma alanı olmamalı”
sözleri, diplomatik bir temenniden çok daha fazlasıdır.
Bu, Türkiye’nin kırmızı çizgisidir.

Çünkü Türkiye şunu çok iyi biliyor;
Karadeniz’de çıkacak bir yangın, ilk önce Türkiye’nin güvenliğini, ekonomisini ve diplomatik manevra alanını etkiler.

Bugün yaşanan saldırılar sadece gemilere değil, seyrüsefer güvenliğine, uluslararası hukuka,
ve dolaylı olarak Türkiye’nin egemenlik alanlarına yönelmiş tehditlerdir.

Daha tehlikelisi şudur;
Bu saldırılar, tarafların birbirini suçladığı gri alanlar üzerinden yapılıyor.
Fail net değil.
Mesaj açık.

Bu da bizi şu soruya getiriyor
Türkiye, istemediği halde bu savaşın içine çekilmek mi isteniyor?

Güneyde sonuç alamayanların, kuzeyde yeni bir cephe mi aradığı konuşuluyor.
Karadeniz, kontrollü kaosun sahnesi haline getirilmek isteniyor olabilir.
Ne Rusya doğrudan karşısına Türkiye’yi almak ister, ne de Ukrayna Türkiye’yi kaybetmeyi göze alır.

Ama bazı güçler vardır ki, iki tarafın da kazanamayacağı bir ortam yaratmak ister.

İşte asıl tehlike burada.

Türkiye’nin yapması gereken şey, panik değil; soğukkanlılık, kararlılık ve çok katmanlı bir diplomasidir.

Askerî caydırıcılık net olmalı.
Hava sahası, deniz yetki alanları, ticari gemiler konusunda en ufak bir zafiyet gösterilmemeli.
Ama aynı zamanda Türkiye, Karadeniz’in “dengeleyici gücü” rolünü kaybetmemelidir.

Çünkü Türkiye’nin gücü, sadece silahında değil; krizleri yönetme kabiliyetindedir.

Unutulmamalıdır ki,
Bu coğrafyada ayakta kalanlar, acele edenler değil, oyunu erken çözenlerdir.

Üç tarafı denizlerle çevrili, dört tarafı krizlerle kuşatılmış bir ülkede yaşıyoruz.
Ama Türkiye, bu coğrafyanın mağduru değil, merkezidir.

Karadeniz’de fırtına koparmak isteyenler bilmelidir ki; Türkiye, dalgalarla boğuşmayı değil,
dalgaları yönlendirmeyi bilen bir devlettir.

Ancak şu uyarıyı da unutmamak gerekir;
Bu sularda en küçük ihmal, en büyük bedellere yol açabilir.

Bu yüzden çok dikkatli olmalıyız.