Balkanlar, kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesinin ateşini yakmış ittihatçıların ilk merkezlerinden biri olmasının yanı sıra halen ülkemizde salgın bir hastalık gibi toplumun büyük kesimini peşinde sürükleyen futbolun da önce İzmir’e ardından İstanbul’a uzanan hikayesinin çıkış noktası olmuştur.

Futbol, önce İngilizlerin daha sonra ahalinin İstanbul Kadıköy ve Moda çayırlarındaki eğlencelerinden biri olmuştur. Futbola olan ilginin giderek artmasıyla İngilizler, Rumlar ve diğer azınlıklar tarafından peşi sıra kurulan futbol kulüplerinin ardından İstanbul’un üç büyük takımı tarihteki yerini almıştır.

Dünyayı yeni yeni sarmaya başlayan futbol, bu yıllarda sadece İstanbul’da değil ülkemizin farklı mecralarında da ilgi odağı haline gelmişti.

1922 yılında basılmış olan ve Türkiye’nin ilk futbol kitaplarından kabul edilen “Asosyeşin Futbol” a göre Trabzon'da 1900'lü yılların başında başlayan futbol çalışmalarını desteklemek amacıyla dönemin Trabzon Lisesi müdürü İsmail Sarıbaşoğlu ve Trabzon'un ileri gelenleri tarafından 1913 yılında İdmanyurdu futbol kulübü kurulmuştur.

Payitaht, matbuat, sermaye İstanbul’da olduğu için midir bilinmez. O yıllardan kalan bir hastalık gereği kışın geldiğini İstanbul’a kar yağdığında anlayan ve Türkiye’yi de İstanbul’dan ibaret sanan kitle için İstanbul’da beş-altı takımlı mahalli liglerde kazanılan kupaların Türkiye Şampiyonluğu diye pazarlanmasına da şaşırmamak lazım.

Henüz Futbol Federasyonu kurulmamışken, papazın çayırında (bugünkü Fenerbahçe stadının olduğu yer) top koşturulurken ülkenin içinde bulunduğu ahval ve şerait içler acısı bir haldeydi.

Birinci Dünya Savaşıyla silah-mühimmat noksanlığı, modernizasyon eksikliği, asker-subay yetersizliği gibi nedenlerden topraklarımız birer ikişer elimizden çıkıyor, Anadolu’nun içlerine doğru hapsedilmeye çalışılıyorduk.

Osmanlı, itilaf Devletleri ile Bir Yunan adası olan Limni’nin Mondros limanında demirli Agamemnon zırhlısında 1918 yılında Mondros Ateşkes anlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştı. Adı ateşkesti ama tamamıyla düşmana teslim olunan bir anlaşmaydı.

1918 yılında başlayan Osmanlı’nın işgal sürecinin 1920 Sevr Anlaşmasından 1923 Lozan anlaşmasına kadar olan kabaca 3 yıllık kısmı İstanbul’un işgal yıllarıydı. Sevr’den önce de İşgal kuvvetlerinin askerleri İstanbul’a gelmeye başladıysa da tüm karakolların ve devlet binalarının kontrol alınması nedeniyle İstanbul’un işgali resmi olarak 1920 olarak kabul edilmektedir.

İtilaf devletlerinin gemileri boğaza demirlemiş, askerler kentte direnişçi ittihatçı avına çıkmışlardı. Üç kıtada hüküm sürmüş cihan imparatorluğunun Dersaadeti İngiliz, Fransız, İtalyan kuvvetlerinin postallarıyla kirleniyor, müttefikler başkenti semt semt kendi aralarında paylaşılıyordu.

Osmanlı yetkilileri ve subayları tutuklanıyor, hükümet binaları zapt ediliyor. Şehirde sıkıyönetim uygulanıyordu. İstanbul sokaklarında, meyhanelerinde, genelevlerinde yabancı asker ve subaylar ile ahali arasında sık sık kavgalar çıkıyor, diğer taraftan yoğun istihbarat savaşları altında Anadolu’daki milli mücadeleye silah sevkiyatı yapılıyordu. İstanbul, istihbarat elemanlarının fink attığı karanlık günlerden geçiyordu.

Vatan toprakları üzerine namert çizmelerin dolaşmasını içine sindiremeyenler, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde direniş hareketine başlamıştı. İşgal devletlerinin gücü karşısında Osmanlı Devleti’nin yetersizliği, irili ufaklı, silahlı vatansever milislerin bölgelerini savunmayı zorunlu hale getirmişti.

Şehri sahiplenen işgal komutanları için 1453 yılından bu yana içlerinde kanayan bir yaranın intikamının alınacağı bir yer haline gelmişti İstanbul.

İşgal kuvvetlerinin ülkeyi terk edecekleri 1923 Lozan anlaşmasından yaklaşık bir ay önce işgalci İngiliz kuvvetlerinin komutanı General Harrington kendi adına düzenleyeceği bir futbol turnuvası için keyfe keder bir davette bulunmuş ve bu davete Fenerbahçe Kulübü icabet etmiştir.

O yıllarda gerek İstanbul’da gerekse Anadolu’da işgal kuvvetleriyle silahlı çatışmaya girilirken Fenerbahçe’nin kazandığı bu kupanın günümüzde ulusal direnişin ve özgürlüğün sembolü diye gururla vitrine çıkarılması başlı başına bir aymazlıktır. Baktığınızda konu olarak güzel duruyor. Şehriniz işgal edilmiş ve işgal güçlerine haddini bildirmek istiyorsun. İzlemedim ama bunun bir filmini yaptıklarını biliyorum. Ne diyelim ekmek parası, alıcısı da mutlaka olur. Nasıl olsa hazır bir kitle var.

İşgal kuvvetleriyle futbol maçı yapılmayacağını, aksine savaşılacağını Çanakkale Savaşlarından bilmiş olmaları gerekirdi.

Örneğin; mezunu olmaktan gurur duyduğum Trabzon Lisesi öğrencilerinin Çanakkale Savaşına katılmalarından ötürü 1914-1915 yıllarında mezun verememiştir. Aynı şekilde Osmanlı İmparatorluğu'nun içine düştüğü sıkıntılar ve 1914 yılında seferberlik ilan edilmesi sebebiyle İdmanyurdu kulübünün tüm sporcuları cepheye gitmiş ve şehit olmuştur. Hakeza Galatasaray Lisesi de öyle...

Şehri işgal eden ya da yönetime el koyan askerler tarafından değil kupa, gazozuna halı sahada maç yapma teklifi şayet bizim uşaklara yapılsaydı ne olurdu? Cevabın nasıl olacağını değil ama ne olacağını çok iyi biliyorum.

Trabzonlu Fantom Cemil ne diyordu “La bizi kim alabilir? Asılacak adamı asarız, vurulacak adamı vururuz. O bizim karakterimizde var.”