1980 ihtilalinin ardından yapılan ilk seçimlerde, yani 1983’de iktidara gelen Turgut Özal hükümetinin 6 yıl sonrasında başlattığı ben diyeyim “Halka bir yere yığma”, siz söyleyin, “Köyleri boşaltma”, birileri desin, “Toplumun ayarlarını bozma” çalışmaları, giderek öylesine hız kazandı ki, geçen yazımızda belirttiğimiz gibi, “Son çeyrek asırda 20 bini aşkın köy okulunun kapanmasına” kadar vardı.
Bu yanlışın durdurulamamasında hemen hemen herkesin kabahati, eksikliği var.
Yeri gelmiş iken bu konuda 5 yıl önce hazırlanan bir rapordaki bu okulların kapatılması yüzünden, taşımalı eğitimde yaşanan sıkıntılarla ilgili kısmı özet olarak paylaşmak isterim:
*
Türkiye’de 1989 yılından bu yana köy okulları kapatılıyor ve milyonlarca köy öğrencisi yıllardır uzaklardaki okullara taşınıyor. Bu taşıma öyle zor koşullarda gerçekleşiyor ki bazı çocuklar daha güneş doğmadan evlerinden çıkarken, bazıları saatlerce kendilerini almaya gelecek arabayı beklerken, bazıları aç, yorgun, ürkek yeni sınıflarına uyum sağlamaya çalışırken ‘eğitilmekten’ vazgeçiyorlar.
Uykusuz, kahvaltısız yollara düşen çocuklar ders çalışmaya, okumaya hatta dinlenmeye zaman bulamıyorlar. Zaten taşımalı eğitim öyle zor ki çocuklar eğitim hayatlarına devam etmek konusunda da çok isteksiz oluyor, küçük yaşlarda eğitim hayatlarını bitiriyorlar.”
*
Dönelim tekrar boş okullara…
Öğrencisiz kalan, kaldıkları için de atıl duruma gelen, geldikleri için de büyük kısmı yıkılmaya başlayan bu okulların yer aldığı köylerin, mahallelerin muhtarlarının da kabahati, eksikliği, iş bilmemezliği yok mu?
Bana göre ilk sıralarda var!
Bu binaları tekrar okul haline döndürmek, olmadı onarıp başka sosyal amaçlar için kullanmak için bir şeyler yaptılar mı? Çaba gösterdiler mi?
Şayet çaba göstermiş iseler bunları kamuoyu adına yapılan basın ile paylaşarak, gündeme taşıdılar mı?
Taşıyanlar var ise anlatsınlar, bilgi göndersinler, araştırıp yazalım.
BİZİM MAHALLENİN GİDİŞATI…
Bizim jenerasyonun “Gazetecilik”, sonrakilerin “Basın”, şimdikilerin ise “Medya” diye adlandırdığı, topluca “iletişim” diyebileceğimiz işimiz, kamu denilen bütün adına yapılması gerekir idi!
“İdi” diyorum, çünkü o günlerden bugünlere çok değil, adeta tamamen kılık ve amaç değiştirdi.
Bizim dönemde iş epeyce adabına uygun yapılır idi.
Sonra bozulmaya başladı.
Şimdilerde ise rayından çıktı!
Ezcümle; “Kamu adına yapılması gereken bir meslek birilerinin istekleri, söylemleri, yönlendirmeleri ile siyasi, sosyal ve ekonomik çıkarlara yönelik kamuoyu oluşturmak için icra edilir hale geldi!”
DÜNDEN BUGÜNE
Söz değil, iş üreten Ziraat Odası Başkanı…
Yakın zamanda başkanlıkları için seçim yapılacak, kısaca “ZO” dediğimiz Ziraat Odaları’nda “iş” değil ama “söz” üretenlerin çokluğu hepimizin malumudur!
ZO’lardaki seçim ve seçilenler sisteminin yanlışlığı ile ilgili gönderilen birkaç notu daha sonra paylaşacağız.
Ama içlerinde, “Hakkını teslim etmez isek bir eksiklik, bir yanlışlık yapmış oluruz” diyebileceklerimiz de yok değil.
İşte bunlardan biri ile ilgili yaklaşık 10 yıl önce, 23 Aralık 2016’da şöyle yazmışız:

"Lâf söyleme değil, iş üretme" üzerine görevini yapmak için çaba gösteren Trabzon-Akçaabat Ziraat Odası Başkanı Mustafa Hikmet Eyüpoğlu, ilçesindeki tarımsal kazancı arttırmada ilk sıraya yazılacak isimdir.
Keşke, genelde iş değil, lâf üretmeyi tercih eden maaşlı diğer ziraat odası başkanları kendisini örnek alabilseler.
Son olarak düzenledikleri fındıkta asgari yüzde 30 verim artışı sağlayan budama kursu önümüzdeki yıllarda Akçaabat’ta Trabzon'da fındık üretimini artırıp ilk sıraya çıkarırsa hayret etmeyin.
*
10 yıl sonra, bugün ne mi olmuş?
Akçaabat, diğer tarımsal ürünlerin üretim deposu olmaya, Trabzon’da en çok fındık üreten ilçe unvanını ekledi. Yani birileri lâf, ama Sayın Eyüpoğlu iş üretmiş.
Eee Ziya Paşa; "İnsanın aynası iştir, lafa bakılmaz. Bir kişinin aklının seviyesi yaptığı işte görünür" anlamına gelen;
"Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz.
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde" boşuna dememiş ki!
BİR KİTAP
KURTULUŞUN VE CUMHURİYET’İN MANEVİ MİMARLARI
Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Cumhuriyetin 50. Yıldönümü’nde tarihçi-yazar Cemal Kutay (1909-2006) tarafından hazırlanan müthiş bir eser.
350 sayfalık eser de “Vatan Sevgisi İmandadır” hadisi ile vücudun her zerresine nakşettiği mücadele ruhu ile Atatürk’ün yanında yer alan yüzlerce gerçek müminin hikâyesi yer alıyor.

Dönemin Devlet Bakanı İsamil Hakkı Tekinel’in önsözüne; “Bu eser, Türk Milletini bir bölünmez bütün olarak tek saf, tek ülke halinde Atatürk’ün başlattığı Milli Mücadele’de birleştiren, Cumhuriyet’i kuran manevi güçleri dile getirmektedir” yazdığı eser sadece okunmaya değil, hissedip hayal ederek yaşanmaya da değer…
KISSADAN HİSSE
Akşehir Kadısı Nasreddin Hoca, bir Cuma namazında hutbeye çıkmış ve "Bana kulak verin" diyerek başlamış, yaptıklarını anlatmış da anlatmış!
Cami de bulunan gazeteci Temel'de bir gün sonra; "Nasrettin Hoca; bana kulak verin dedi" diye gazetesine manşet atarak haberi yapmış!

Sonra da Kadı Nasreddin’in emri ile sipahiler Temel'i yaka paça Kadı Nasrettin Hoca'nın huzuruna getirmişler.
Kadı Nasrettin; "Neden bu manşeti atıp, konuştuklarımı haber yaptın? diye çıkışınca, Temel; "Kadı Efendi. Sen söyledin, ben de yazdım" demiş.
Demiş demesine de, Nasrettin Hoca'da; "Ben dersem derim. Ama sen yazamazsın" diyerek Temel'in zindana atılmasına karar vermiş.