Sene 2000

Büyük Marmara Depreminin üzerinden henüz bir kaç ay geçmişti ki, ana sınıfında öğrenci olan kızımın okulundan gelen davet üzerine başladık çalışmalara.
O zamanlar Bakırköy Kaymakamı olan Kadri Öner veliler ve çevre halkından bir Sivil Savunma Teşkilatı oluşturulmasını istemişti bizden. Bizzat kendisininde katıldığı toplantılarda neler yapmamız gerektiği konusunda istişarelerde bulunup, İlçe de deprem toplanma alanlarının yerlerini tespit ederek, o alanlara ve belli noktalara içinde deprem anında yapılacak ilk müdahalelerde kullanılması gereken aletlerinin bulunduğu konteynırlar koydurtarak ve biz sivillere de görev tanımlaması yaparak devlet-sivil birlikte çalışmamızı sağlıyordu.
Konunun hassasiyetini ve önemini anlamış olma bilinciyle katıldığımız toplantılarda bir hayli yol almışken çeşitli gerekçelerle kaymakam görevden alındı ve tüm projelerimizde kaymakamın gitmesiyle bitti.
Bir daha ne arayan oldu bizi ne de soran. Ne de projeye sahip çıkan.
 
Ve 2019 Silivri Depremi...
Gördüm ki, katettiğimiz mesafedende geride bir arpa boyu yol almadan elimiz kolumuz bağlı ne toplanacağımız yerleri biliyoruz, ne de nasıl korunacağımızı...
Deprem bu...
Şakası olmadığını bir kez daha yüzümüze vururken,İstanbul da hiç bir önemli yapı yıkılmadığı halde trafik saatlerce felç oldu.
İletişim deseniz, olmadığı için insanlar çocuklarının, ailelerinin yanına koşmak zorunda kaldı. Anladık ki daha büyük bir olası depremde iletişim nanay!
Binalar deseniz onlar Allah’a emanet. Bazı semtlerde bitişik binalardan gökyüzü bile görülmüyor.
Nereye kaçacaksınız?
Hadi diyelim bir şekilde o binalardan sağ salim çıkmayı başardınız... O panikte nereye gideceksiniz?
Çocuğunuz var ise bez lazım.
Kadınsanız ped lazım.
Ayağa çorap, içmeye su lazım.
Nerden bulacaksınız?
Gördük ki; ihtiyaçların giderilebilmesi bu kadar basitken, kitlesel olarak ne yazık ki hiç bir hazırlığımız yok!
Konteynırlarımız yok!
Ayakta bekleme yeri değil, milyonlarca insanın geceleyeceği, sağlık hizmeti alacağı toplanma alanları yok!
Çünkü durumu ciddiye alan yok!
Senelerdir hep aynı şeyler!
Aynı oyalamalar!
Hep aynı zırvalamalar!
Topu birbirine atmalar ki,hatta Burhan Kuzu işi daha da ileriye götürerek topu Bülent Ecevit’e kadar attı!
Kısacası; o zaman yani 20 yıl önce yapmış olduğumuz çalışmalar bir kaç yıl daha yayılarak sürseydi eminim ki bir çok sorunumuz çözülmüştü.
Ama olmadı!
Toplumun en hassas olduğu konuda, üstelik ucunda can varken dahi, hiçbirinin “evet ya! Hatalıyız! Bunu biz yapmalıydık, maalesef çok geç kaldık!” Deme sorumluluğunu bile üstüne almadan sanki sorumlular uzaylılarmış gibi konuşan bebe zihniyetinde siyasilerin açıklamalarını üzülerek izledim. Eminim siz de benimle aynı duyguları yaşamaktasınız.
Misal Devlet Bahçeli;” Ülkemiz deprem kuşağındadır.Bu gerçeği kabul etmekten, buna muvafık gelecek planlaması yapmaktan başka seçenek yoktur. Bilhassa dünyanın en büyük Türk kenti İstanbul’umuzun muhtemel depremlere hazırlıklı olması beka düzeyinde ehemmiyet arz etmektedir.” Demesi...
Eeee sonuç ne Sayın Bahçeli? Ya da diğerleri! Sonuç?
Sizi tutan mı var?
Daha neyi bekliyorsunuz?
Neyi?

Bir yandan İstanbul depremle ha yıkıldı, ha yıkılacak diye ödümüz patlarken, bir yandan da Suriye sınırımızda yabancı fonlardan gelecek 150 milyar dolarla Suriyeli istihdam şehirleri kurma planı yaparken, Akdeniz ile uzaktan yakına bağlantısı olmayan Rusya, Hmeymim hava üssüne yeni bir pist daha inşa ederek Akdeniz’e açılıp yerini çoktan sağlama aldı bile.
Velhasıl;adamlar uzun vadeli tüm planlarını tıkır tıkır işletiyor, biz halaaa acil deprem planını çözemedik.

Televizyonda bir yarışma proğramını seyrediyorum. Üniversite öğrencisi olan gence sunucu soruyor. “Yunanistan’ın başkenti neresidir?”
Saçma sapan cevaplar veriyor. Bilemiyor bir türlü genç. Ben şaşkın!Sunucu benden şaşkın. Tiyolar veriyor genç bilsin diye. Ama nafile! Sonrasında gence yanındakiler ve sunucu kopya verince anca söyleyebiliyor doğru cevabı.
Bir başka genç üniversiteli yarışmacıya soruyor bu defa sunucu.” Nerelisin?”
“Rizeliyim” diyor genç arkadaş ve başlıyor Rize’den anlatmaya.
“Nasıl da kendinden emin” diyorum izlerken.
Sonra soruyu soruyor sunucu.
“Akçaabat köftesiyle meşhur ilçemiz hangi şehirdedir?”
-Heh, diyorum, ballı soru, komşu şehir önünden geçiyor kesin bilir.
Genç üniversiteli arkadaşımız düşünüyor, düşünüyor,düşünüyor ve bilemiyor cevabı. Bir türlü Trabzon diyemiyor.
Çok kızıyorum gence! Yahu hiç mi görmedin yanından geçerken, hiç mi okumadın? Hiç mi duymadın? Hiç o elinden düşürmediğin akıllı telefonda rastlamadın? Hiç mi?
Sonra dedim ki ; kızma İnci, işte tam da bu durumdayız.