Olumlu düşün, geçer. Geçmez. Ve geçmediği hâlde geçiyormuş gibi davranmak, ruhun sessiz çığlıklarını daha da derine iter.

Toksik pozitiflik, çağımızın en kibar görünümlü zehri. Dışarıdan bakıldığında motive edici, umut dolu, iyi niyetli bir maske taşır. Ama bu maske, duyguların en doğal hâllerini — öfkeyi, yas tutmayı, kırgınlığı — bastırır. Ve bastırılan hiçbir şey kaybolmaz; yalnızca biçim değiştirir.

Bugün “her şey harika” diyen nice insan, geceleri iç sesiyle boğuşuyor. Çünkü sürekli mutlu görünmek bir başarı değil, bir yük. İnsan, kendi karanlığıyla oturmayı öğrenmedikçe, ışığa da hakkıyla tutunamıyor.

Psikolojik olarak toksik pozitiflik, duygusal inkârın parlatılmış hâlidir. Beyin, olumsuz duyguları bastırdığında stres hormonları (kortizol, adrenalin) yükselir; çünkü beden, “tehlike geçti” sinyalini hiçbir zaman tam olarak alamaz. Bu yüzden gülümseyerek “iyiyim” diyen birçok insanın iç dünyası aslında savaş alanına dönmüş hâlde.

Toplumsal olarak da “pozitif ol” dayatması, bizi birbirimize yabancılaştırıyor. Çünkü kimse kimsenin gerçeğini duymak istemiyor. Birinin yıkıldığını duyunca hemen cümleler hazırlanıyor: “Kendine bunu yapma, güçlü ol.”

Ama bazen güç, ağlamaktır.

Bazen güç, hiçbir şey yapmamaktır.

Bazen güç, sadece “evet, şu an çok kötüyüm” diyebilmektir.

Toksik pozitiflik, psikolojik dayanıklılıkla karıştırılıyor. Oysa dayanıklılık, duyguların hepsine izin verebilme kapasitesidir. Bir insan, içindeki tüm renkleri kabul ettiğinde dengelenir; sadece parlak tonlarla yaşanmaz hayat. Zaten doğa bile her gün güneşli değil.

Sürekli “şükret”, “enerjini yüksek tut”, “evren sana güzellikler getirsin” gibi söylemlerle kuşatılmış bir kültürde, acı suçlu ilan ediliyor. Oysa acı da bir öğretmendir. Yas, dönüşümün ilk eşiğidir. İnsan, acısını kucakladığında ondan bilgelik devşirir. Ama acısını reddettiğinde, aynı sahneleri tekrar tekrar yaşamak zorunda kalır.

Belki de artık “iyi olmalıyım” değil, “gerçek olmalıyım” deme zamanı geldi.

Çünkü sahte neşe, gerçek huzuru engeller.

Ve hiçbir filtre, yüzleşilmemiş duyguların titreşimini tam olarak saklayamaz.

Gerçek iyileşme, “kötüyüm ama bu da geçecek” diyebilmekte başlar.

Çünkü orada, o anda, insan kendisiyle nihayet dürüst olur.

Ve işte tam o an, içsel iyileşmenin kapısı aralanır.