Eskiden doğal güzellikleri ile ünlü olan Trabzon’a ne oldu? 1930’lu yıllarda Trabzon’u ilk kez görenler, doğal güzelliklerini saya saya bitiremiyorlardı. 

ÇERÇEVESİ GÜZEL ŞEHİR!

Trabzon’un neyini beğeniyorlardı? Şehrin içini mi, sokak ve caddelerini mi? Hayır. “Yanı ve yöresini” beğeniyorlar. Gazeteci Şevket Çulha 1942 senesinde bu durumu bir hikâye ile şöyle anlatmış:

“Genç bir ressam özene bezene meydana getirdiği tablosuna güzel bir çerçeve geçirdikten sonra ünlü ressam İbrahim Çallı’ya götürür. “Üstadım tablom hakkında fikirlerinizden istifadeye geldim. Tablomu nasıl buluyorsunuz? Der. Dudağını yakan sigarasının ateşi ile bir sigara daha tazeleyip, tüttüren Çallı evvela tabloya sonra genç ressama bakarak, tabi bir eda ile “Oldukça kıymetli” der. 

Genç ressam belki hiç beklemediği bu takdirden ötürü şaşkınlık derecesindeki sevincini gizlemeye çalışarak heyecanla sorar? “Affedersiniz üstat, kıymeti neresinde? Diye sorunca ünlü ressam “Çerçevesinde” cevabını verir.

Çulha bu hikâyeden sonra tespitini yapar: “Bizim Trabzon’da tıpkı genç ressamın tablosu gibi kıymeti çerçevesinde olan bir şehirdir. İki küçük koydan (Çömlekçi ve Ganita koyundan ibaret olup), Boztepe, Telsiztepe ve Argalya (Ugurlu) tepelerine doğru yükselen ve yükseldikçe güzelleşen şehrimiz, muhteşem varlığını, toptan tabiata borçlu bulunmaktadır.

Sırtını denize çevirmiş ve denize küsmüş olarak tanıdığımız bu memleketin, bina servetinden yana bahtı parlak ise de gelişigüzel, şuraya buraya serpilmiş olması yüzünden, içinde bir ferahlık ve rahatlık bulmaya imkân yoktur.”

TRABZON’UN BİNA SERVETİNE NE OLDU?


Bir zamanlar Meydan Parkı ve Tekke Mahallesi

Şevket Çulha Trabzon’un o yıllardaki bina serveti için neden “bahtı parlak” der? Çünkü Mazideki Trabzon’un bina serveti emsallerinden çok üstün durumdaydı. Zira tarihi bir vilayet olması, çok eskiden beri ticaret şehri ve transit merkezi bulunması nedeniyle binaların hemen hepsi iyi bir malzeme ve bol para ile yapılmıştı ve şehir baştanbaşa bu şekilde kâgir binalarla donatılmıştı.
 
 Hatta bir dönem Trabzon öyle bir durumda idi ki bina kurarken İstanbul’dan usta, İtalya’dan süsleme ustaları getirilirdi.  Ancak 1950’li yıllara kadar Trabzon’da çokça bulunan bu kâgir binaların akıbeti Çulha’nın dediği gibi parlak olmamıştır. 

Çünkü 2. Dünya savaşı yıllarında Trabzon’un ticari şansı ters dönünce bina kurarken İstanbul’dan usta, İtalya’dan mimar ve süslemeci getiren Trabzon konaklarında sıva ve boya kalmadı. İşlemeli saçaklar, çerçeveler, kapılar delik deşik oldu. Avrupa’dan doğrudan doğruya vapur dolusu demir, vapur dolusu malzeme getiren Trabzon tüccarının kasasında bereket, deposunda hareket kalmadı. Deposunun Sürmene taşından döşeli zemini çöktü, çukurlaştı, beton tavanları rutubetten kalıp kalıp döküldü, demir kepenklerini pas kemirdi.
 
Bunlara ek olarak sadece Trabzon değil ülkemizdeki koruma duygusunun zayıflığı nedeni ile de tüm bu kentsel miras, apartman kültürü karşısında yok olup gitti. Şimdi koca şehirde tek tük kalan geleneksel mimarimizin örnekleri önünde iç çekip duruyoruz.

SAFRANBOLU MU AKÇAABAT ORTAMAHALLE Mİ?


Eski Safranbolu tamamen korunup yeni Safranbolu başka bir bölgede inşa edilmiş

Fakat koca ülkede bir elin parmaklarını geçmeyen güzel koruma örnekleri de yok değildir. Mesela dünyanın en iyi korunmuş yirmi şehrinden biri olarak gösterilen Safranbolu bunun en güzel örneğidir. Eski Safranbolu’ya aykırı bir çivi dahi çaktırmayıp yeni Safranbolu’yu başka bir tarafa kurmuşlar. Yine Bursa’nın Cumalıkızık köyü aynı şekilde. Öyle bir korunmuşlar ki sokaklarında gezerken sanki yüzyıl öncesine ışınlanmış gibi hissediyorsunuz. Yerli ve yabancı turistler bu gibi yerlere akıyor.
Oraları gezince bizim Akçaabat ilçemizdeki Ortamahalle aklımıza geliyor. Mukayese dahi edemiyoruz. Zira Ortamahalleyi de tamamen koruyup gelecek nesillere aktaramadık. Kalan beş on evle avunuyoruz. Safranbolu, Cumalıkızık, Yörük Köyü, Şirince bir bütün olarak nasıl korunmuş? Nasıl başarmışlar? Doğrusu incelemeye değer.
 
Biz yine Trabzon’a dönecek olursak bir dönemin önemli şahitlerinden olan Şevket Çulha şehrin çerçevesini şöyle anlatmaya devam eder: “Şu kadar ki Trabzon’un nefis çerçeveleri olmasa ve hiçbir şehre nasip olmayan sayfiyeleri bulunmasa, burada hayatın pek sıkıcı ve çekilmez bir hâl alacağına şüphe edilmez.”
 
Peki, maziden kalan bina servetini koruyamayan Trabzon, Soğuksu ve Boztepe gibi sayfiyelerini koruyabilmiş midir? Bırakın şehir içindeki sayfiyeleri, yaylaları koruyamadık. Tüm Trabzon tabiatını kimliksiz çirkin binalara, ranta ve aç gözlülüğümüze kurban ettik, gittik. Yayla Gezgini Bülent Deveci üstadımız geçen hafta köşesinde uyarmış, belediye seçimleri öncesi nasıl olsa bir şey yapmazlar savıyla yayla ve mezralarda inşaat faaliyetleri hızlanmış. Yaptıkları evlerde bir şeye benzese. “Ben buraya ait değilim” diye adeta bağırıyorlar. İlgililerin dikkatine diyelim.

Yaylaları çirkinleştirmeye devam ediyoruz

EN ÖNEMLİ SORUNUMUZ?

Yaşadığımız günlerde en önemli sorunumuz nedir denirse herkes pahalılıktan başlayarak bir sıralama yapar. Ancak yaşadığımız ve vurgun olduğumuz bu şehir dâhil en önemli sorunumuz bence ahlak sorunudur. Ahlaklı bir topluluk olamadık. Bir erdem toplumu inşa edemedik. Ahlakı sadece tek bir konuya indirgedik. Onda da başarılı olamadık. İş ahlakı, çalışma ahlakı, birlikte yaşama ahlakı gibi diğer konular hak getire. 
Bakın ahlakın önemini Trabzon’umuzun biricik halk şairi Baba Salim (Öğütcen) 1942 senesinde nasıl anlatmış: 

BABADAN GENÇLERE ÖĞÜTLER

İnsanlık evinin temel taşıdır
Kutludur, serveti samandan ahlâk!
Vicdanın kaynağıilmin başıdır
Şereflidir, bütün cihandan ahlâk!
Kıymeti biçilmez, o bir cevherdir
Emin ol, hayattan çok muteberdir
İnsanlığa rehber, nuru beşerdir
Kurtarır insanı, şeytandan ahlâk
Ey evlât! Sözüme güzel ver kulak
Ahlâkıdüzelt ki, yüzün olsun ak
Ahlâksızdan olur kâinat ırak
Koca bir mektebi irfandır ahlâk 
                Baba Salim (1942)