Çok zamandır aklımdaydı aslında böyle bir yazı yazmak. Geçenlerde “Trabzon’da ineğini satan İŞKUR’a koştu” başlıklı haberi görünce yazıyı yazmaya karar verdim. Yazıya neresinden başlasam nasıl yazsam diye çok düşündüm. Fakat bu işin temelinden, mazisinden başlamam gerekirdi daha iyi bu konuyu anlatabilmek için.
               
Aslında köy okullarının kapanmasıyla başladı her şey. Yaşanan o eski güzel günler, çocukluğumuz ve özlenesi hepimizin burnunda tüttüğü, o eski hatıraların başlangıç yeri. Köylerin cıvıl cıvıl olduğu, her evin bacasının tüttüğü, her hanesinin gece lambasının yandığı, o güzel günlerin geçtiği yerler.
               
Çoğumuzun doğduğu, çocukluğunun geçtiği, temelini aldığı yaşamımızın vazgeçilmez yerleri. İşte o yerlerdeki köy okullarını ne zaman kapattık, o zaman başladı memlekette işsizlik. O günden beri üretim azaldı. Hazır yemeğe, hazır giyime, hazır işe muhtaç olduk işte o günden beri.
               
Her evinde geçimini sürdürdüğü en az iki ineğin, bahçesinde çeşit çeşit sebzenin, beş altı tane gezen tavuğun, sabahları çalar saat görevi yapan horozların öttüğü o güzel evlerden ne zaman öğrenciler eksilip o okulları kapattıysak, işte o zaman memlekette üretim de durmaya başladı bence.
              
Eğitimi bahane ederek önce taşımalı eğitimle, sonra da daimi olarak kasabalara, şehirlere taşındık. Köyünde bağında bahçesinde yaşamını sürdürenlere bile iş bulmak zorunda kaldık şehirlerde. Haliyle o kadar kişiye de iş bulamaz olduk. Ve işsizlik verileri o zamandan beri tırmanmaya başladı.
               
Taşındığımız şehirlere ayak uydurmak zorunda kaldık. Geldiğimiz yerlerin kültürünü unuttuk, kültür yozlaşması da orada başladı bence. Şehrin her adımının parayla olduğunu hesap edemedik o yıllarda. İhtiyaçlar çoğaldı, köydeki gibi de kara lastikle gidilmiyordu okullara şehirlerde. Ayakkabımızdan yorganımıza kadar her şey değişti hayatımızda. Durduk yere büyük ihtiyaçlar hâsıl oldu.
            
Bahçesinde ektiği taze marulu, karalâhanayı bile şehirde parayla alan, hazırcı bir toplum türettik böylelikle. O günlerde işte “enflasyon canavarı” deyimini duymaya başladık. Onca ekilen tarlalar, biçilen meralar boş kaldı, ıssız kaldı. Tarımı, hayvancılığı, kendi ellerimizle bile bile yok ettik o günlerden beri.
            
Sanki bu düzene de alıştık artık. Köye gitmeye, geri dönmeye de kimsenin niyeti yok gibi. Zaten geri dönmek isteyen için de hiçbir kolaylık yok. Köyde hayatı bitirmişiz resmen. Üretimi kendi ellerimizle bitirdik böylece. İŞKUR’un projeleri de yeterli olmuyor, ne işsizliğe, ne de ruhumuzda oluşan bu tembelliğe!
           
Başta devlet ve yetkililer bu durumu değiştirmeye karar vermeli bence! Aksi takdirde tarımın ve hayvancılığın kalanının da bitmesine neden olacaklar. Hem de işsizliğe kalıcı çözümler bulamayacaklar. Başta da söylediğim gibi, her şey köy okullarının kapanmasıyla başladı ve köy okullarının resmi durumu da belli değil. Ne başka birilerine başka bir kuruma devrediliyor, ne de bakım onarım yapılıyor. Gözümüzün önünde o hatıralarımız çürüyüp gidiyor, içimiz acıyor doğrusu. Yok; eğer yapmayacaksanız, bence yıkın o okulları!