Başakşehir deplasmanında 4–3’lük skorla kazanmak her kulüp için kutlanacak bir başarıdır; ancak Trabzonspor’un bu zaferi, yalnızca sevinilecek bir sonuçtan öte bir uyarı niteliği de taşıyor.
İlk başta her şey Trabzon’un lehine görünüyordu. Yüksek topa sahip olma oranı, sürekli atak girişimleri ve baskılı hücumlar. Ancak savunmadaki süreklilik sorunu, takımın büyük zafer hikâyelerinde bir yara açma potansiyeli taşıdığını gösterdi. Rakip 10 kişi kalmasına rağmen üç gol buldu; bu, yalnızca eksiklik değil, oyun disiplini kaybının da işareti. Muçi’nin bitirici vuruşları, Onuachu’nun penaltı soğukkanlılığı gibi olumlu unsurlar elbette umut verici,ama bir büyük takım, sadece gole değil, karşı baskılara verdiği tepkiye göre de ölçülür.
Bu maçta Trabzonspor zaman zaman parladı; fakat bazı anlarda sanki ışığı yakıp söndüren bir ritimde oyunu tercih etti. Benim bildiğim Fatih Tekke bu oyunu istemez. Onun mirası yalnızca bir golcü geleneği değil, savaşırken teslim olmama felsefesidir. Bu maçtaki performans, bu felsefenin tüm gereklerini yerine getirdi mi? Ne yazık ki tam değil. Zaferle gelen moral, gelecekteki büyük sınavlar için bir zırh değil, uyarı işareti olabilir. Sonuç olarak, 4–3’lük galibiyet bir kutlama bahanesidir ama asıl önemli olan,Trabzonspor’un kendi içindeki disiplini ve karakteri bütünleşmiş oyunu elde etmesidir. Aksi halde, gece kazanılan üç puan, yarının ağır bir dersine dönüşebilir.
Trabzonspor, Başakşehir maçında küllere dönmüş deniz kenarlarında yürüdü. Muçi’nin vuruşu bir gece meşalelisiydi; göğe yükselen bir umut pırıltısı. Bu zafer,bir şamdanın ışığıydı parlak, çekici, ama rüzgârda titreyen.Zafer demek her şeyi garantilemek değildir; bazen zafer, uyanık kalabilmek için kendi gölgesiyle yüzleşme cesaretidir. Bu maç bunu apaçık gösterdi.
Bir hatırlatma da bizden;
Cesaret, yalnızca taçla. kornerle değil; sabırla, disiplinle var edilir.
Bu maç Trabzonspor’a o hatırlamayı yeniden vurguladı.
Ama oyunun temeli, mücadele gücü ve yanan ateşi,
sadece kor haline gelirse gerçek bir diriliş olur.