Bazen, hiç beklemediğimiz bir anda, zihnimize bir düşünce uğrar. Kapıyı çalmadan giren, bize ait olup olmadığını bile sorgulamadığımız bir düşünce… “Ya başaramazsam?”, “Beni sevmiyorlar mı?”, “Neden hep ben?”
Bu düşünceler, zihnimizin sessiz misafirleridir. Onlar sadece uğrarlar; biz izin verdiğimizde yerleşirler. İşte tam bu noktada psikoloji bize çok güçlü bir gerçeği fısıldar: Bir düşünce, sadece düşündüğümüz için gerçek olmak zorunda değildir.
Hepimiz, hayatın temposu içinde kendi hikâyelerimizin içinde kayboluruz. Geçmiş pişmanlıkları, gelecek kaygıları derken “şimdi” dediğimiz an, elimizin arasından kayıp gider. Oysa zihnimizi eğitmek, onun patronu olmayı öğrenmek, hayat kalitemizi sandığımızdan çok daha fazla etkiler.
Bazen danışanlarıma sorarım:
“Düşüncelerinizin kaçı gerçekten sizin?”
Çünkü çoğu zaman, aileden, toplumdan, çocukluk inançlarımızdan devraldığımız kalıplarla yaşarız. “Hata yapmamalıyım.” “Herkes beni sevmeli.” “Güçlü olmalıyım.” Oysa insan, hata yapar, sevilmez, düşer, kalkar ve tam da bu kırılganlığıyla insandır.
Bu hafta kendinize küçük bir deney yapın:
Bir gün boyunca zihninizi gözlemleyin. Düşüncelerinizi yakalayın ve sorun:
“Bu düşünce bana mı ait, yoksa bana öğretilmiş mi?”
Belki o sessiz misafirleri kapının önüne bırakmanın, hafiflediğinizi hissetmenin zamanı gelmiştir.
Unutmayın, zihnimiz bir evse, anahtar bizim elimizde.